40,2592$% 0.13
46,7280€% 0.07
53,9463£% 0.2
4.309,12%-0,18
7.021,00%0,34
3.335,67%0,36
10.222,02%-0,03
฿%
$%
Önceki hafta, iktidarın kaynağından kesinti yapması nedeniyle işçilerine maaş ödeyemeyen dönemin Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay’ın açlık grevine gidişinin ellinci yıldönümü idi.
O yazımda da bahsetmiştim; Dalokay, belediyeleri, “kentin anası” olarak tanımlar.
Tanımın nereden kaynaklandığına gelince…
İlkokul öğrencileri, ziyaretine gelmiş Vedat Dalokay’ın.
“Belediye ne iş yapar” diye sormuş kız öğrencilerden biri.
“Sizin evde kim erken kalkar?” diye sorarak, soruyla yanıt vermiş Dalokay.
“Annem” demiş küçük kız.
“Peki” demiş, Dalokay; “kahvaltıyı kim hazırlar, seni kim giydirir, evi kim süpürür, evin her bir eksiğini kim fark eder; kim giderir o eksikleri?”
“Annem” demiş küçük kız.
“Belediye de anneler gibidir” demiş Dalokay; “yolları yapar, sokakları süpürür, evinize kadar su getirir. Yani annen evde ne yaparsa, Belediye de kent de onu yapar.”
Küçük kız, bütün saflığıyla özetlemiş:
“Yani siz Ankara’nın annesi misiniz?”
KENTİN ANASININ ELİ KOLU BAĞLANIRSA…
Dalokay, o ünlü, “belediye başkanı kentin anasıdır” sözünü orada söylemiş.
Bu kadarı bizim toplumsal ruh halimizi anlatmaya yetmez; Dalokay da farkında ki çocuklara devamını anlatmış:
“Ama bir devlet baba vardır ki, bu anayı ağlatır, Onun cebine harçlık vermez, ona en ufacık yardım elini uzatmaz, Aynen zalim bir Anadolu erkeği gibi evine bakmaz. Bu ana da, iki eli böğründe, yavrularına, hizmet edememenin sıkıntısı içinde üzülür durur. Bu nedenle devlet babaya sesleniyorum ve o ananını ağzından şikayette bulunuyorum. O zalim baba tavrını bıraksın. Gerçekten evin işini gören annenin yardımına koşsun.”
Dalokay’ın çağrısına uymuş mu “devlet baba”?
Uymadığını görüyoruz.
Günün kültürel iklimi içinde anneyi evde tanımlamış Dalokay ama zarfa değil mazrufa odaklanırsak, görmüş oluruz ki sistem, evrensel kurallara değil; kişisel ve dolayısıyla politik çıkarlara öncelik verir bir hale gelmiş.
O günden bugüne çok şey de değişmemiş; değişiklik varsa da toplumun aleyhine, para babalarının ve kamunun gücünü elinde tutup, o gücü kamunun çıkarlarına aykırı kullananların lehine olmuş.
Örneğin ihale yasası, yüzlerce kez değişmiş; istedikleri kişi o ihaleleri alabilsin diye. Belediye başkanlarının başına musallat olan Aziz İhsan Aktaş’ı örnek verelim.
Herkesin konuştuğu bir isme dönüşmeden önce Diyarbakır’da bir mahalle mektebinde kantincilik yapan Aziz İhsan Aktaş, kamunun açtığı bu yoldan yürüyerek, bugün belediyelere yönelik operasyonların anahtarı olmuş.
“Yürü” demişler ona, da “yürümüş”…
Toplam 17 şirket kurmuş olması ve son bu şirketleri aracılığıyla 15 yılda 594 ihale almış olması, kamunun gücünü elinde bulunduranların bu gücü kişisel ve politik çıkarları için kullanmak istemelerinin sonucudur bu…
EVRENSEL KURALLAR İHLAL EDİLİRSE…
Bütün dünyada geçerli evrensel ihale kuralları benimsenmiş olsa bunlar olabilir miydi?
Elbette olamazdı…
Aziz İhsan Aktaş bir simgedir; öyleleri var ve o kadar çoklar ki artık şaşırmıyoruz. Kanıksattılar bütün topluma ve görünen o ki memleketin “öne çıkanları”nın, insanlığın evrensel birikimini ellerinin tersiyle itmeler, rutinine dönüşmüş.
Kuralsızlığın, kural halini almış olması yetmezmiş gibi her alana sirayet etmesine de teslim olmuşuz. Biz de, toplum olarak, “gemisini kurtaran kaptan” gibi saçma sapan sözlerle çanak tutuyoruz olup biten sahteliklere.
Gündemimiz diploma…
Biz “birine” itiraz ederken, biraz zorlamayla “iki” yapmışlardı; kısasa kısa yani…
Şimdi öğreniyoruz ki yüzlercesi varmış.
Neler yapmışlar, neler!
Bizim çocuklarımız, kazanılması zor bölümlere girmek; o bölümlerin zor derslerini verebilmek için alınları çatlarken, düzenlerini kuran sahtekarlar, isteyene diploma verip, isteyene “kariyer kapısı” açıyorlarmış.
Tamam, anladık, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” rejimi fırsatlar rejimi de, bu kadar sahtekarlık vahşi kapitalizm için bile fazla değil mi?
Bu “her şeye sahip olma hırsı”nın nedeninin, vahşi kapitalizm olduğunu tekrarlamama gerek var mı? Biliriz ki “kapitalizm, gölgesinden yararlanamadığı ağacı keser”.
ADALET YOKSA…
Azıcık insanileşen ve “komşusu açken tok olmayı” içine sindiremeyen belediyelerin boğazına binmek de, ormanların yanmasına kapı aralamak da, kamusal hizmetlerin daha rahat yürümesini sağlamak için yapılan ihaleleri yandaşların almasını sağlamak da, sahte diplomalarla hak edenin önüne geçip vicdanları kanatmak da bencilliğin, hırsın, gözü dönmüşlüğün dışa vurumu.
İnsanlık, var olduğundan beri bencilliğe karşı diğerkâmlığı, bireyci hırsa karşı toplumsal dayanışmayı var etmek için çabalarken nasıl oluyor da sahtekarlık kendisini var edebiliyor?
Nedeni adaletsizliktir. Birine yapılan haksızlığa sesimizi çıkarmadığımız an başlayan bu süreç, zamanla bütün toplumu esir alır; özgürlükleri kısıtlar ve sesini çıkartanı şeytanlaştırır.
Dalokay’ın bundan 50 yıl önce dikkat çekmek istediği budur. Yasaları demokratik, yönetsel süreçleri katılımcı, harcamaları şeffaf ve kamu yöneticilerini halkın hizmetçisi haline getirecek bir sistem kuramıyorsanız sahtekarlıkla karşılaşmanız işten bile değildir.
O halde soru şudur; sahtekârlığın, iki yüzlülüğün, vicdansızlığın karşısına çıkacak umudumuz yok mu?
Elbette var!
98 yıl önce bugün(4 Ağustos) doğan Turgut Uyar şöyle dizeleştirmiş bu umudumuzu:
“oysa son provasını yapıyoruz bir büyük destanın
sonsuz bir biçim olacak o herkes katılınca”
Antalya Kepez’de Otel Çalışanının Cansız Bedeni Bulundu