41,3484$% 0,26
48,5306€% 0,46
56,1665£% 0,32
4.838,29%-0,14
7.997,00%0,09
3.641,76%-0,04
10.800,73%4,13
฿%
$%
20 Ağustos 2025 Çarşamba
Bir zincirleme yıkım senaryosu: Türkiye
Deprem Yalnızca Binalarda Hasar Bırakmadı; Depremler Ahlaki Değerlerimizi De Derinden Sarstı
Kerbelâ'nın yüzlerce yıllık yası: Muharrem ayı
MUHALEFET SANDIĞIN GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAYA HAZIR MI?
Umut Yılmaz’a Suç Duyurusu Şoku! Öztürkmen, Asfalt İhalesini Yargıya Taşıyor
Koruma Kararıyla, Raporlarla, İhmallerle Ölüme Giden Yol
DEPREM YALNIZCA BİNALARDA HASAR BIRAKMADI
2020 yılından itibaren sürekli olarak depreme maruz kalan illerden biri de Elazığ oldu. Başta 24 Ocak 2020 depremi, ardından 6 Şubat 2023 yılında meydana gelen merkez üssü Kahramanmaraş olan depremler sadece binalarda yıkıma yol açmakla kalmadı aynı zamanda insanlar üzerinde psikolojik travmalara ve toplumun ahlaki değerlerinin de sarsılmasına neden oldu. Deprem sonrası görüş bildiren birçok uzmana göre; vertigo, panik atak, depresyon ve anksiyete depremzedelerin birçoğuna miras kaldı.
Yıllarca sürekli olarak yaşanan korku, panik ve insanların aslında kendini en çok güvende hissettikleri yerler olan evlerinin yıkılması aynı zamanda psikolojik bir yıkıma neden oldu. Depremlerin yaşandığı anda her ne kadar temel ihtiyaçlar önemsenerek destek sağlansa da bu konuda duyarsız davranılmamış birçok konteyner kentte deprem sonrası vatandaşlara psikolojik destek sağlanmıştır.
Depremler ahlaki değerlerimizi de derinden sarstı
Bir felaket yaşandığında yalnızca yer kabuğu sarsılmaz; insanın iç dünyası, toplumsal yapısı ve değer yargıları da yerinden oynar. Geçtiğimiz büyük depremler, sadece binlerce binayı yerle bir etmekle kalmadı, toplum olarak bizde var olduğunu düşündüğümüz bazı insani ve ahlaki değerleri de derinden sarstı. Deprem sonrası yaşanan tablo ne yazık ki yıkıntılar kadar acıydı. İnsanlar enkazdan kurtulmayı başardılar ama bu kez başka bir yıkımla karşılaştılar.
Depremin fiziki yıkımı kadar, sosyal ve ahlaki yıkımı da konuşmalıyız artık. Çünkü biz bu süreçte sadece binaları kaybetmedik. Dayanışmayı, vicdanı, komşuluk hukukunu da bir ölçüde yitirdik. Özellikle bir anda insanların barınma ihtiyacını karşılayan konutların büyük oranda yıkılması ile birlikte ekonomik kriz fırsatçılarının ortaya çıktığını görmüş olduk. Konut ihtiyacının en hayati olduğu dönemde kira fiyatlarında fahiş artışlara gidildi. Yalnızca bununla kalınmadı evlerine değerinin çok üstüne fiyat isteyen bir ev sahibi furyası ortaya çıktı. Bu süreçte gözler devlet eliyle yapılacak TOKİ konutlarına çevrildi. Yapılan konutlar depremde evlerini kaybeden hak sahiplerine çok cüzi miktarlarla verildi. Ancak bu konutlarda hak sahipleri tarafından çok yüksek fiyatlardan satışa çıkarıldı. Devletin 120 bin ile 160 bin arası yılda 8 bin TL taksitle teslim ettiği evler vatandaşlar tarafından 2-3 milyon arası fiyatlardan satışa çıkarıldı.
Toplumun ne kadar kırılgan bir yapıya sahip olduğunu gördük bir kez daha
Bizler Türk toplumu olarak yardımın ve dayanışmanın yıllardır vücut bulmuş haliydik ancak deprem sonrası yaşanan bu benmerkezci tutum toplum olarak ne kadar kırılgan bir hale geldiğimizin bir göstergesi oldu.
Bu noktada kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: Sadece binaları mı yeniden inşa edeceğiz, yoksa ahlaki değerlerimizi de mi gözden geçireceğiz?
Deprem sonrası sergilenen bu bireyselcilik ve fırsatçılık, sadece ekonomik bir davranış biçimi değil; aynı zamanda toplumsal vicdanın yara almasıdır. Komşusunu soğukta bırakan, ihtiyaç sahibi bir depremzedeye evini iki katına kiralayan ya da devletin mağdura destek amacıyla verdiği konutu, kar amaçlı satışa çıkaran bir anlayışın neresinde “birlikte iyileşme” fikri yer alabilir?
Deprem ilk ve son acı bir gerçeklik değil. Bundan sonrada aynı acılarla sınanabiliriz. Ama asıl olan ülkece bu felaketlerde ve acılarda ve dahi mutluluk günlerinde bir araya gelerek ortak paydada buluşabilmektir. Depremler bizim elimizde değil. Ama sonrasında nasıl davranacağımız tamamen bizim elimizde. Gerçek bir dayanışma, sadece felaket anında değil, onun sonrasında da varlığını gösterir. Öyleyse şimdi, birlikte iyileşmenin ve yeniden insanca bir toplum olmanın zamanı.
Funda Canpolat
Ülkemizde yaşayan gençler her geçen gün daha büyük bir umutsuzluğun ve karamsarlığın içinde kayboluyorlar. İş istihdamının olmaması, eğitimin her geçen gün içinin boşaltılması ve eğitim gördükleri dallarda meslek edinememeleri gençlerin gelecek kaygısı yaşamasına neden oluyor. Mesleğim itibariyle görüştüğüm ve düşüncelerini aldığım her 10 gençten 7’si nerdeyse yurtdışı hayali ile yaşıyor.
Tüm bu tablo, aslında sadece bireysel bir sorunu değil; toplumsal bir alarmı da gözler önüne seriyor. Gençlerin mutsuzluğu, sadece onların değil, ülkenin geleceğinin de mutsuzluğu anlamına geliyor. Çünkü bir ülkenin en büyük sermayesi yetişmiş, üretken ve umutlu gençleridir. Ancak bugün gençler, hak ettikleri değeri göremedikleri gibi, umut edecekleri bir gelecek de göremiyorlar.
“Gençler yalnızca yaşamak değil insanca yaşamak istiyorlar “
Birçok gencin en büyük hedefi haline gelen “yurt dışına gitmek”, artık sadece daha fazla para kazanmakla ilgili değil. Bu, aynı zamanda adil bir sistemde yaşama, emeğin karşılığını alma, liyakatin esas olduğu bir düzende hayata tutunma arzusunu da temsil ediyor. Gençler, yalnızca yaşamak değil, insanca yaşamak istiyorlar.
“İşçi alımlarında torpilin ve siyasi kanadın etkisi”
Okul hayatına daha çocuk yaşlarda başlayan ve yıllarca sınavdan sınava koşan gençler eğitim bittikten sonra büyük bir çaresizliğe düşüyorlar. Çünkü artık sadece eğitim veya iyi bir puan yeterli olmuyor. Özellikle Türkiye’de ki işsizlik oranının artması, işçi alımında torpilin ve siyasi kanatların etkili rol oynaması, ekonomik şartların her geçen gün kötüye gitmesi gençleri tamamen umutsuzluğun boşluğuna bırakıyor.
Özellikle mülakat sistemiyle torpilin kapıları daha rahat bir şekilde aralanıyor. Bugün Türkiye’de kamuda işe alımlar, birçok genç için yalnızca bir sınav değil, aynı zamanda bir hayal kırıklığı testi haline geldi. Binlerce aday KPSS gibi zorlu sınavlardan yüksek puanlar alıyor, ancak sonrasında kapalı kapılar ardında yapılan mülakatlarla eleniyor. Mülakatın kendisi değil, uygulanış şekli sorunu büyütüyor. Çünkü yöntem, liyakati değil; tanıdığı, referansı, siyaseti ön plana çıkarıyor.
Liyakat sistemi aslında mülakatla çöküyor. “KPSS’den 85-90 aldım ancak mülakatta 60 alan işe başladı” bu cümle aslında sık sık çevremizde duyduğumuz ve nerdeyse alıştığımız bir cümle. Ama aslında manası bir o kadar derin bir cümle. Emeğin hiçe sayıldığı, çabanın görmezden gelindiği, liyakatin yerine torpilin var olduğu her şeyden de kötüsü bir gencin hayal kırıklığının başladığı bir noktayı anlatan bir cümle… Ve sonrasında bugüne kadar hiç görmediğimiz kadar gencin intiharı ve ya intihara teşebbüsü…
“Gençlerin ruh sağlığı tehlike altında”
Konuyla ilgili görüş bildiren bir çok Uzman Psikolog, ekonomik belirsizlikler, işsizlik, sosyal medya baskısı ve geleceğe dair umut eksikliğinin gençlerin ruh sağlığını ciddi şekilde tehdit ettiğini ifade ediyor.
Yapılan birçok araştırma, işsizlikle karşı karşıya kalan genç bireylerde anksiyete, depresyon, değersizlik hissi ve umutsuzluk gibi ruhsal sorunların daha yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle uzun süreli işsizlik, bireyin özgüvenini zedelemekte; sosyal izolasyon ve kimlik karmaşası gibi psikososyal sorunları beraberinde getirmektedir. Bu durum, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal düzeyde de sonuçlar doğurmaktadır: Motivasyon kaybı, üretkenliğin azalması, sosyal uyumun bozulması ve nihayetinde toplumsal kutuplaşma.