42,3616$% 0,33
49,0802€% 0,54
55,6928£% 0,34
5.493,09%-0,04
9.270,00%-0,02
4.041,32%0,04
10.698,13%1,25
3894559฿%-3.28235
42.27$%-0.08783
13 Ekim 2025 Pazartesi


Sosyal Medya'da Yankı Uyandıran Çorap


Bir zincirleme yıkım senaryosu: Türkiye


Deprem Yalnızca Binalarda Hasar Bırakmadı; Depremler Ahlaki Değerlerimizi De Derinden Sarstı


Kerbelâ'nın yüzlerce yıllık yası: Muharrem ayı



BU FİLMİ DAHA ÖNCE İZLEMİŞTİK


ANAHTAR PARTİ’DEN GAZİANTEP’TE GÜÇLÜ KADIN ÇIKIŞI


Türkiye’de çok partili hayata geçilmesi, Türk demokrasi tarihi için önemli bir dönüm noktasıydı. Çok partili hayata geçilmesi ile birlikte beklenen; diyalog, uzlaşı, hoşgörü ve sonuç itibarıyla halkın refahıydı.
Bu geçişten dört yıl sonra DP, günümüz iktidarı gibi temel hak ve özgürlük, demokrasi, refah vaat ederek iktidara gelmişti. Ancak, uygulamaları bu vaatlerden çok uzaktı. Tıpkı bugün olduğu gibi DP’ nin uyguladığı siyasi faaliyetler ve kararlar baskı üzerine kurulmuştu.
DP, tam seçim arefesinde çıkardığı kanunla CHP‘nin, başta genel merkezi olmak üzere tüm mal varlığına el koymuştu. El konulan varlıklar içerisinde İş Bankası’ndaki ‘’ATATÜRK hisseleri’’ de vardı. Amaç, muhalefeti siyasi faaliyetlerini yürütemez hale getirmek ve muhtemelen seçim yatırımı yapmaktı.
Tıpkı bugün CHP genel merkezinin ve bazı belediyelerin işlevsiz hale getirilmeye çalışılması gibi. Ayrıca 86 milyonun ortak malı olan, ‘’Atatürk Orman Çiftliği’ne’’ saray yaptırmaları ve kendi tapulu malları gibi kullanmaları da bu konuda değerlendirilebilir.
1954’te DP’ nin tekrar iktidar olmasıyla birlikte, mutlak iktidar sarhoşluğu içerisinde olan hükümet, tam bir güç zehirlenmesi yaşıyordu. İktidar olmak yetmemişti. Menderes DP ‘ye oy vermeyen illeri cezalandırdı, hizmeti geri planda bıraktı. İnönü’nün kalesi Malatya ikiye bölündü ve iktidarın ezeli muhalifi Osman Bölükbaşı’na oy veren Kırşehir ili ise, ilçe yapıldı.
Tıpkı AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın, Hatay’da partisine destek vermeyen Hataylı depremzedelere ‘’Oy yoksa hizmet de yok’’ deyip Hataylıları cezalandırması gibi. Aslında Hataylı bir depremzedenin de dediği gibi; asrın felaketi deprem değil, hükümetin ta kendisiydi.
DP hükümeti, önüne gelene ceza kesiyor; iktidarını koruma arzusuyla dikta rejimi ve baskıyla devlet yönetmeye çalışılıyordu. Başa demokratik bir işleyiş olan seçimle gelen, ancak uygulamaları antidemokratiktik olan DP, muhalefete siyaset yapma hakkı tanımıyor; muhalefet liderlerine saldırıda bulunuyordu.
Günümüzde de, millet iradesinin yok sayılıp bazı muhalefet yöneticilerinin hapse atılması, o günden bu güne benzer uygulamaların maalesef devam ettiğini gösteriyor.
Ana muhalefeti zor günler bekliyordu. Bir daha iktidar olamayacağını anlayan DP , CHP’ yi kapatmaya kalkışmıştı. Ana muhalefet partisinin, illegal bir örgüt olduğu iddiasıyla mecliste bir soruşturma komisyonu kurmuştu. Bu komisyonda basın ve CHP’ nin faaliyetleri soruşturulacaktı. Komisyon, tüm siyasi partilerin faaliyetlerini yasaklıyordu.
Bugün hükümet de, demokratik yollardan bir daha seçilemeyeceğini biliyor; bu sebeple yargı ve polis sopasıyla muhalefeti yok etme yolunda ilerliyor. Muhalefet partisinin sunduğu hiçbir araştırma önergesini kabul etmiyor, muhalefetin faaliyetlerini engelliyor. Yani zihniyet aynı, değişen bir şey yok!
DP döneminde, Cumhuriyetçi Millet Partisi Lideri Osman Bölükbaşı’nın dokunulmazlığı kaldırılmış ve Bölükbaşı, meclise hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştı. Böylece DP iktidarı, en önemli rakiplerden birisini egale etmiş oluyordu. Bugün, İmamoğlu’nun sadece rakip olması sebebiyle içeride olması, o günlerin bir yansıması adeta.
DP’nin baskıcı uygulamalarından eğitim kurumları da nasibini almıştı. Üniversiteler baskı altındaydı. Otoriter rejimin üniversitelere karşı baskı kurması, liyakatli bir toplum istememesinden kaynaklanıyor olsa gerek. Zira, aydın insana istediğini yaptırmak zordur.
Günümüzde de aynı şekilde liyakata değil; yandaşa önem verilmiş, devlet organları maalesef bu şekilde işlerliğini kaybetmiştir.
DP hükümetinin eleştiriye tahammülü yoktu. Basına karşı sert tedbirler alınıyor, basın kontrol altına alınmaya çalışılıyordu. Bugün mevcut hükümetin 23 yıllık iktidarında, muhalif basın kuruluş ve mensuplarına; gözaltı, tutuklama, ev hapsi, sansür, karatma cezaları ve kapatma gibi uygulamalar ile aynı şekilde muhalif basın üzerinde baskı kurarak varlığını sürdürmeye çalıştığını söyleyebiliriz.
Bir yandan baskılar, bir yandan ekonomik kriz halkı bunaltmıştı. DP’nin ekonomi politikası yabancı sermaye odaklıydı. Yabancı sermayeyi teşvik kanunu çıkarılarak Türk pazarı, yabancılara açılmış, Türkiye dışa bağımlı bir ülke haline getirilmişti.
Tıpkı yerli ve milli olduğunu iddia eden bugünkü hükümetin, ülkeyi her alanda dışarıya bağımlı hale getirmesi gibi. Parası ödenmiş olmasına rağmen bugün, hâlâ ‘’F-35 ve F- 16’lar’’ ile ilgili Amerika tarafından hiçbir şekilde olumlu adım atılmıyor. Bizim genç ve dinamik mühendislerimizin ürettiği KAAN’ın, motorunun bile Amerika’dan gelmesi bekleniyor. Yani, durum yine aynı; değişen bir şey yok!
Sonuç itibariyle, DP’ nin çöküşü ve sonunda varılan yer maalesef askeri müdahale oldu. 27 Mayıs 1960 Darbesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde demokrasimizi yaralamış; tarihimizde kara bir leke olarak hafızalara kazınmıştı. Demokrasimize karşı yapılmış olan tüm darbe ve darbe girişimleri, bu ülkeye çok şey kaybettirdi. Türk demokrasisi çok ağır bedeller ödedi.
Maalesef geçmişten günümüze değişen tek şey ise, sadece aktörler oldu.
Menderesi uçuruma sürükleyen şey, tek adam olma arzusuydu. Bütün İslam ülkelerine hükmetmek istiyordu. Bunun ise yolu, halifelikten geçiyordu. En büyük hatasıydı bu. Oysa, Osmanlıya en büyük ihaneti yapan yine Arap ülkeleriydi. Sizce, bugün de benzer bir tablo ile karşı karşıya değil miyiz?
Bugün iktidarın benzer uygulamaları bize gösteriyor ki, geçmişten ibret almak yerine geçmişin yanlışları örnek alınmış ve tarih, maalesef ders alınmadığı için tekerrür ediyor.
1960 dönemindeki siyasi yasaklar, daha sonra kaldırıldı ve siyasi yasaklı kişiler siyasete geri döndüler. Geçmiş bize gösteriyor ki, Ekrem İmamoğlu ve diğer siyasi yasaklı kişiler için de durum böyle olacaktır. Millet iradesine yapılan darbe, muhakkak son bulacaktır.
Bu işin çözüm yeri; meclistir, sandıktır. Hiç kimsenin rahatsız olmaması, herkesin halk iradesine saygılı olması gerekir.
Halk zaten gerekeni yapacak, bu keyfi uygulamalara sandıkta son verecektir. Kimsenin bundan bir şüphesi olmasın.
Bu Aziz millet, ezelden beri kardeştir; birlik ve beraberlik içerisinde yedi düvele meydan okumuş, her zorluğun altından başarı ile çıkmasını bilmiştir.
‘’Bizim, bizden başka dostumuz yoktur.’’
Ne mutlu Türk’üm Diyene!
Meryem Zerrin EKİCİOĞLU


Demokratik bir toplumun var olması için seçimlerin adil ve dürüst bir şekilde yapılması son derece kıymetli. Ülkemizde ne yazık ki, seçimlerde hile ve manipülasyon yapılıyor: seçim sonuçları doğru bir şekilde yansıtılmıyor. Bu durum halkın, siyasi kurumlara ve devlete olan güvenini sarsarak demokrasiye ciddi anlamda zarar veriyor. İşte tam da burada siyasi partilere çok önemli görevler düşüyor.
Seçim, sadece meydanlarda kazanılmaz. Siyasi partilerin dev billboardlardaki vaatleri, kürsülerdeki kalabalık gösterileri, televizyon tartışmalarındaki sert çıkışları bir yere kadar… Asıl mesele, milletin iradesinin sandığa girip girmediği ve oyların güvenle sayılıp sayılmadığıdır. İşte bu yüzden ‘’sandık güvenliği’’ meselesi demokrasinin kalbidir.
Geçmişi hatırlayalım…2014 seçimlerinde’’ trafoya giren kedi’’ açıklaması, Türkiye’nin siyasi tarihinde kara bir mizah olarak kaldı. Elektrik kesintileri, tutanak hataları, mühürsüz oy pusulaları, müşahitlerin sandık başlarından uzaklaştırılması gibi pek çok olay hafızalara kazındı. Sonuçta milyonların aklında hep aynı soru kaldı: Oylarımız gerçekten doğru mu sayıldı?’’
Bugün baskın seçimi konuşuyoruz. Ve kritik soru şu: Muhalefet baskın seçime hazır mı?
CHP’den İYİ Parti’ye, Saadet’ten Deva Partisi’ne kadar bütün muhalefet partilerinin üzerine düşen ilk görev, sandığı korumaktır. Ama hȃlȃ ortada seçim güvenliğiyle ilgili net, güven veren, kapsamlı bir plan görünmüyor. CHP, ‘’seçim güvenliği komisyonu kurduk’’ diyor ama ayrıntılar halkla paylaşılmıyor. İYİ Parti, ‘’sandıkları sahipsiz bırakmayacağız’’ diyor ama hangi köyde kaç müşahit hazır, bilinmiyor. DEVA ve GELECEK Partisi demokrasi nutukları atıyor ama iş sahaya gelince ortada bir koordinasyon yok!
Sandık güvenliğini sağlamak için aylar öncesinden ciddi hazırlıklar yapılması gerekiyor. Planlama, istişare, müşahitlerin eğitimi, tutanakların anlık kontrolü… Tüm bu hazırlıklar disiplin, kararlılık ve zaman istiyor.
Oysa iktidar bu alanda YSK dahil, yıllardır sistematik bir düzen kurmuş durumda. Bu makine gibi işleyen yapı karşısında muhalefetin dağınık görüntüsü demokrasi adına büyük bir risk. Bu mesele artık siyasal iktidarın keyfiyetine bırakılamaz.
Peki, ne yapmalı?
*Evvela ortak hareket edilmeli: Her parti ayrı ayrı değil, muhalefet ortak bir ‘’Sandık Güvenliği İttifakı’’ kurarak süreci yürütmeli. Eğer Ekrem İMAMOĞLU’nun yerel seçimde almış olduğu tedbirler uygulanırsa sandık güvenliği büyük ölçüde sağlanmış olur.
*Sandık görevlisi ve müşahit ordusu kurulmalı: Her sandıkta en az bir, tercihen birden fazla eğitimli müşahit bulunmalı. Bu kişiler sadece gönüllü değil, profesyonel eğitimden geçirilmiş olmalı. Her sandıkta resmi sandık görevlisi dışında en az iki gözlemci görevlendirilmeli.
*Kırsal bölgeler için özel plan hazırlanmalı: elektrik kesintilerinin yaşandığı bölgelerde alternatif çözümler (jeneratör, anlık araçlı takip ekipleri) hazır olmalı. Çıkacak sonuçlar elden güvenli bir şekilde teslim edilmeli.
*Şeffaflık sağlanmalı: Muhalefet yaptığı hazırlıkları halk ile paylaşmalı. Eğer halk, oyunun güvence altında olduğunu bilirse sandığa daha güçlü gider.
*Yapılabilecek tüm hilelere karşı uyanık olunmalı ve tedbir alınmalı. Özellikle burada kolluk kuvvetlerine çok ciddi görevler düşüyor.
*Karşılaştırmalı kontrol yapılmalı, tutanaklar ve pusulalar pür dikkat incelenmeli.
*Veri güvenliği sağlanmalı. Hacker’lara karşı önlem olarak dijital ortam kesinlikle kullanılmamalı, teknolojiden uzak bir seçim olmalı. Dijital ortamdan ne kadar uzak durulursa seçim güvenliği o kadar iyi sağlanmış olur.
*Manipülasyonlara kesinlikle gelinmemeli, kesin seçim sonuçları ilan edilene kadar sandık başından hiçbir yere ayrılmamalı.
*Mükerrer oy kullanılmaması için, önceden uygulanan parmak boyası yöntemi muhakkak yeniden hayata geçirilmeli.
Eğer muhalefet hep birlikte bu konuda üzerine düşeni yaparsa, sandığa sahip çıkarsa; halkın oyuna da sahip çıkmış olur. Bu şekilde aslında kendi geleceğini de, seçmenin geleceğini de garanti altına almış olur. Sandığı koruyan muhalefet, iktidar olur.
Seçim günü sosyal medyadan “şu sandıkta sıkıntı var”, “burada elektrik kesildi”, “şurada müşahitler dışarı çıkarıldı” haberlerini paylaşmak, siyaset değildir. Siyaset, o sorunları yaşanmadan önlemek, her sandığın başında dimdik durmaktır.
Meryem Zerrin EKİCİOĞLU


Merhaba, ben Meryem Zerrin Ekicioğlu.
Bundan böyle Türkiye’nin en iyi kanalı Tivi6 ailesinin bir parçası olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. İlk yazıma başlamadan önce siz değerli okuyucularımıza küçük bir selam vermek istedim.
Gerek siyasetin nabzını tutan gelişmeler, gerekse ülke gündeminde hepimizi yakından ilgilendiren konular… Tarafsız bir bakış açısıyla, samimi ve anlaşılır bir dille kaleme alacağım.
Hedefim; sizlere yalnızca bilgi aktarmak değil, aynı zamanda birlikte düşünmek, tartışmak ve çözüm yolları aramak. Bu köşede buluşacağımız her yazıda, hem güncel olayların perde arkasına bakacağız hem de geleceğe dair fikirlerimizi siz değerli okuyucularla paylaşacağız.
Hazırsanız, yolculuğumuz başlıyor…
Kıymetli okurlarım,
Bildiğiniz üzere yakın zamanda enflasyon rakamları açıklandı. Fakat açıklanan veriler ile vatandaşın hissettiği enflasyon, her zamanki gibi birbirini tutmuyor. Talimatlarla işçi ücretlerini baskılamak için enflasyon rakamları ne kadar makyajlansa da, halk artık bu oyunu görüyor. Açıklanan rakamlar sarayı mutlu etse de; maaşı günden güne eriyen, açlık sınırının altında gelirle yaşam mücadelesi veren ve bitmek bilmeyen zamlarla boğuşan milyonlar, mutsuz…
Refah seviyesi her geçen gün biraz daha düşen; temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan işçiler, esnaflar, çiftçiler, emekliler, dul ve yetimler artık feryat ediyor. Bir zamanlar tahıl ambarı olan ülkemizde bugün ne yazık ki samanı bile ithal ediliyorsa, “Hani nerede yerli ve milli ekonomi?” diye sormak gerekir. Hazıra can mı dayanır?
Emeğinin karşılığını alamayan, yeterli desteği görmeyen çiftçi artık üretmekten vazgeçmiş durumda. Esnaf borç, faiz, vergi ve zincir marketlerle boğuşuyor. Sanayici nereye, hangi oranda vergi ödeyeceğini bilmiyor. Çocuklar okula aç gidiyor. Geleceğini göremeyen beyin gücü ise çareyi yurtdışına gitmekte buluyor.
Peki iktidar ne yapıyor? Suni gündemler yaratarak, sınıfta kaldığı ekonomiyi kamuoyunun gündeminden düşürmeye çalışıyor. Ama mesele öyle unutulacak gibi değil. Barınmanın bile lüks olduğu bu ülkede yoksulluk her geçen gün derinleşiyor.
Gerçek şu ki; enflasyonu düşüreceğini iddia eden iktidara artık kendi seçmeni bile inanmıyor. Güven kalmamış durumda. Ne demişler: “Lafla peynir gemisi yürümez.”
İktidarın ekonomik krizi çözme gibi bir derdi yok. Böyle bir becerisi de. Öncelikleri kendi ikbal ve hedefleri. Eğer gerçekten böyle bir niyetleri olsaydı, muhalefetten gelen “ekonomik kriz için komisyon kuralım” teklifini geri çevirmezlerdi.
Sonuç itibariyle…
Halkın gündemi ekonomi ise, muhalefet de halkın karşısına sürekli bu gündemle çıkmalı. Suni tartışmalara kapılmamalı, ısrarla ve kararlılıkla ekonomik gerçekleri dile getirmeli. Fakat sadece eleştirmek de yetmez; çözüm üretmeli, yol göstermeli.
Artık kuralları belirleme sırası sizde. Bu millet sizden çözüm, umut ve yeni bir yol haritası bekliyor. Ülkemiz ancak doğru ekonomi politikaları ile ayağa kalkabilir. Atatürk’ün büyük vizyonu ışığında, liyakatli kadrolarla, halkı refaha kavuşturacak akılcı ve bilimsel; Anadolu insanına uygun yeni bir ekonomi modeli sunulmalıdır.
Ve bu model, masa başında değil, çarşıda pazarda, köy köy, kapı kapı halka anlatılmalıdır. Siyaset, halkla iç içe yapılır. Sorunlar ancak böyle çözülür.
Unutmayın…
Halkı ikna eden, sağlam bir ekonomik program ortaya koyan muhalefet, er ya da geç iktidar olur.