38,7267$% 0.23
43,6476€% -0.06
51,5746£% -0.07
4.112,29%0,22
6.765,00%0,19
3.305,52%-1,78
9.279,21%2,25
3996946฿%6.62446
38.7$%0.11584
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partinin grup toplantısında çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partinin grup toplantısında çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Dervişoğlu’nun konuşması şöyle:
Sayın Milletvekilleri, kıymetli misafirler,
Basınımızın değerli temsilcileri,
Ekranları başında ve sosyal medya platformları üzerinden
Bizleri izleyen aziz vatandaşlarım,
Teşkilatlarımızın vefakar, cefakar, yiğit mensupları,
Salonumuzu şereflendiren muhterem hanımefendiler ve beyefendiler,
Geleceğimizin teminatı sevgili gençler,
Hepinizi en içten duygularımla, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Sözlerime başlarken,
Bir kez daha, Tractor Futbol Kulübü’nü,
İran Ligi’nde elde ettikleri şampiyonluktan ötürü yürekten tebrik etmek istiyorum.
Aslında yarın Tractor futbol takımının,
Kendi sahasında ve seyircisiyle şampiyonluğu kutlayacağı son lig maçını izlemek üzere, Tebriz’e gitmeyi planlamıştım.
Ancak Türkiye’de yaşanan son gelişmeler buna engel oldu.
Tractor, sadece bir spor kulübü değildir.
İran’daki Türklerin ve Türklüğün sesi, nefesi, coşkusudur.
Tebriz’in, Bakü’nün Ankara’nın kardeşliğinin vakur duruşudur.
Kızılkurtlara bir kere daha selam olsun diyorum!
Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece,
Bereketin ve bolluğun habercisi Hıdırellez’di.
Türk’ün huzuru, mutluluğu, egemenliği ve bağımsızlığının müjdesini 3 Mayıs günü verdik.
O müjdeyi, her bir parlayan gözde gördük.
Geride bıraktığımız bir yıl için de
Gelecek yıllar için de bu güveni tazeledik.
Hatırlayın bu kürsüde “avazımız havada kalmaz” demiştim.
Şükür ki kalmadı.
Şimdi daha büyük bir inançla daha güçlü bir azimle bu yolda ısrar edeceğiz,
Bu sesi büyüteceğiz.
Nasıl ki Hızırla İlyas buluştuğunda bolluk bereket doğuyor,
El iyileri değil, bu milletin iyileri, milletiyle buluştuğunda, bir olduğunda da
Aynı bereket doğacak demektir.
Öyleyse her birimizin yegane görevi,
Bu kıvılcımı evden eve, gönülden gönüle, ilden ile
Ülkenin dört bucağına, taşımaktır.
Öyleyse vakit,
Duracak vakit değildir.
Susacak zaman değildir.
Darılacak vakit de değildir.
Yüreği, umuda kurmak vaktidir.
Milleti hürriyete, adalete ve eşitliğe kavuşturmak vaktidir!
Kıymetli yol arkadaşlarım,
Bundan bir yıl önce, Genel Başkan sıfatıyla
Bu kürsüye çıktığım ilk grup toplantısında,
Yaptığım o konuşmanın üç ana başlığı, üç çağrısı vardı.
Hatırlamak ve hatırlatmak isterim.
Çünkü unutmamak,
Yaşadıklarımızı normalleştirmemenin en önemli ve belki de tek yoludur.
İşte, o çağrıların ilki adaletti.
O talebi ve belki de çığlığı,
Rahmetli Sinan Ateş’in katledilmesinin,
Ve adaletin tecelli etmeye niyet etmeyişinin,
Kalplerde ve vicdanlarda açtığı yaranın sızısıyla dile getirdim.
O günlerde tamamlanan soruşturmanın,
Adeta bir hatır senedine dönüştüğünü ifade ederek
“Ya adalet ya kıyamet” dedim.
Sözümün muhatapları, kıyameti tercih ettiler.
Zulmün suruna üflediler.
Kıyamımız sürmektedir,
Sonuna kadar da sürecektir.
Kimsenin zerre şüphesi olmasın.
Kıyam halindeyiz çünkü,
Adaleti sadece mahkemede değil,
Hayatın ta kendisinde arıyoruz.
Geçtiğimiz bir yılda,
Adalet namına neredeyse her gün, bir kıyamet daha koptu.
Bizler kimini duyduk, kimini ise duyamadık.
Çaresiz bir kadının, tek başına bir çocuğun,
Kimsesiz bir yaşlının sessizliğidir bunlar.
Duyduğumuz çığlıklar ve isyanlarsa halen çınlamaktadır.
Alınan her yanlış karar, verilemeyen her hüküm,
Toplumumuzdan, birlikteliğimizden bir parça daha kopardı.
İktidardakiler bunun farkında değildi, artık umurlarında değildir!
Güç aldıkları devleti, o güç diye bildikleri zehirle öldürüyor.
Devleti var eden ve devletin varlık sebebi olan bu milleti de öldürüyor.
Bu binilen ağacın dalını kesmek değil, bütün ormanı yakmaktır.
Artık yoksulluğu, aylık enflasyonu dahi açıklandığında hatırlıyoruz.
Türkiye, yoksulluğunu dahi konuşamaz hale gelmiştir.
Bu oranları dert edinip araştıranlar ve sorgulayanlar,
“O rakamlar öyle değil; böyledir” diyenler dahi soruşturuluyor, hapse atılıyor.
Aylık enflasyon yüzde 3; yıllık ise yüzde 37 diyorlar.
Ev fiyatları ise bir yılda yüzde, 70 artmış.
Sen neden bahsediyorsun?
Bir ayda 57 milyar dolar yaktılar
“Tutuklamanın etkisi de birkaç günde geçti” diye masal anlatıyorlar.
Sen kime ne anlatıyorsun?
Sanayici “Üretemiyorum” diyor Erdoğan!!!
Esnaf, sattığımı yerine koyamıyorum diyor,
Hatta Cumhurbaşkanı Yardımcısı bile çıkıp,
Ben bu ortamda param olsa faize yatırırım diyor.
Çiftçi, ekemiyorum, eksem de satamıyorum diyor,
İşçi, emeğimin karşılığını alamıyorum,
İşsiz, iş bulamıyorum,
Emekli, yaşayamıyorum diyor.
Bunlar çıkmış, her köşeye vergi memuru dikeceğim diyor.
Yeni Türkiye’nin ESKİSİ!
Sen hangi Türkiye’de yaşıyorsun?
Yahu sevdalılar evlenemiyor, sevdalılar!
Çıkıp bir de, niye evlenmiyorsunuz diye hesap soruyorlar.
Buzdolabından haberin yok, televizyondan, fırından.
Düğün salonundan, ev kirasından, gelinlik-damatlıktan
En ucuz düğün paketinin kaç lira olduğundan haberin yok!
Bu çocuklar nasıl evlensin?
Hazine ve Maliye Bakanı tahsildar Mehmet Bey!
Habire vergi topluyorsun.
Fakirden fukaradan topladığın vergileri
Götürüp finans baronlarına, dolar faizi diye ödüyorsun,
Sonra da ‘Ekonomi iyileşiyor’ diyorsun.
Sen milleti ahmak mı sanıyorsun?
Sen 10 yaşındaki çocuğun oyunundan,
20 yaşındaki gencin bilgisayarından,
30’undaki gencin, araba sevdasından dahi haraç alıyorsun.
Katmer katmer vergi toplayıp,
“Kur Koruma” diye yarattığın zenginlerin ceplerini dolduruyorsun.
Yetmiyor,
Deprem diye yıllardır vergi topluyorsun,
İlk felakette, vatandaşa yardım değil, IBAN veriyorsun.
Kentsel dönüşüm diyorsun,
Vatandaşın zeytin bahçesine, buğday tarlasına çöküyorsun.
Her seçimde aynı köprüyü üçer kere açıp,
Maliyetini emeklinin üç kuruş maaşına yüklüyorsun.
Tasarruf genelgesi yolladığın yerde,
Memurun servisine el atıyor,
Avanelerini de 10 uçakla seyahate çıkarıyorsun.
Uçak inmeyen havalimanı yapıp,
Atatürk havalimanının pistlerini kırdırıyorsun.
Verimlilik diye, şehrin bittiği yerde hastane açıyor,
Vatandaşa bir yıl sonraya kanser tarama randevusu veriyorsun.
Sen hangi hayalin, hangi aleminde yaşıyorsun!
Aziz milletim,
Ekonomide tablo bu da adalette farklı mı?
Yıllardır ama bilhassa son bir yıldır;
Gizli tanıklarla doldurulan içi boş soruşturmalarla, ülkem boğuluyor.
Milletimizin, üzerine kabus gibi çöken bu iktidar
Gururlarla, onurlarla, hayatlarla oynuyor.
Bu büyük millet, yoksulluk kırbacıyla zayıflatılmak,
Korku sopasıyla susturulmak isteniyor.
İşte kırıp atacağımız bunlardır.
Bu iki zincirdir.
Yapacağız, çünkü inanıyoruz.
Ve başaracağız çünkü çareyi biliyoruz!
Bugün saray iktidarının hepimizi uğraştırdığı, oyaladığı gündemler,
Gece gündüz televizyonlarda tartışılan meseleler,
Hangi yaraya merhem, hangi derdimize dermandır?
Bize zehir olan, onlara ilaçtır!
Geçen yıl yaptığım konuşmanın ikinci başlığı ve çağrısı buydu!
İktidarın, eli değnekli gazetecilerinin ağzıyla
Millete zerk ettiği sözde “yeni anayasaydı”.
Hukuksuz, adaletsiz, üstelik ekmeksiz bir millete
‘Yeni anayasa’ demek ancak abesle iştigaldir.
Tekraren söylüyorum,
‘Ekmek bulamıyorsanız anayasa yiyin’ demektir.
Eli değnekli gazeteciler demişken
Televizyonları açıyorsunuz, Allah’ın her günü, Vatan Caddesi’ndeki emniyetten, Çağlayan’daki adliyeden, Silivri’deki zindandan canlı yayın yapılıyor.
İktidara karşı olan kim varsa, bir sebeple alınıp Vatan Emniyete götürülüyor.
İşin en acı tarafı ne biliyor musunuz;
Vatan yahut Silistre diye başlayan hikayemizin geldiği nokta, vatan yahut Silivri !!!
Çünkü bunlar,
Her beş yılda bir dönüp dolaşıp buraya geliyorlar.
Sadece ortak değişiyor, ama yol ve yöntem değiştirmiyorlar.
Ve her buraya geldiklerinde, torba yasalar, yargı paketlerinden başlıyor,
Ne hikmetse Anayasa’ya varıyorlar.
Tanımadıkları, çiğnedikleri, askıya aldıkları anayasaya!
Tek arzuları iktidar; tek bildikleri yetki.
Yetki, yetki, yetki daha çok yetki….
Şimdi o yeni anayasa projesini genişlettiler.
Artık içerisinde İmralı vardır, Kandil vardır.
Güneyde ebeliğini yaptıkları
Müstakbel yeni teröristanın taslakları vardır.
Tekrarlıyorum ve hatırlatıyorum.
Çünkü bu son kalkışmaya,
Büyük ihanetin son saldırısına,
Bizi, yine, yeni anayasa zokasıyla getirdiler.
Sonra ne mi yaptılar?
Kayyum siyasetine başladılar.
Bizlere demokrasi dersleri verirken, o gün canları hangi belediyeyi istiyorsa,
Gözlerine hangi ili, ilçeyi kestirdilerse oraya kayyum atadılar.
Bunu yaparken terörü bahane ettiler,
Sonunda teröristbaşına el uzattılar.
Demokrasi dediler, hatta iki gün önce de
“Terörsüz Türkiye ile demokrasimiz üzerindeki siyasi tansiyon kalkacak” diye buyurdular.
Ben size işin doğrusunu söyleyeyim:
Demokrasimiz üzerinde bir tansiyon problemi yoktur.
Çünkü demokrasimizin nabzı yoktur. Hasta kaybedilmiştir.
Neden biliyor musunuz?
Ben söyleyeyim,
Çünkü, Cumhuriyete kastedilen yerde, önce demokrasi ölmüştür.
Çünkü, cübbelere düğme dikilen yerde, önce adalet ölmüştür.
Arkadaşlar,
Türkiye’yi 23 yıldır yönetenler, sadece demokrasimizi yıkmadılar,
Hudutlarımızı yıkmadılar.
Anayasamızı yıkmadılar.
Vicdan duvarlarını da yıktılar.
Sadece ormanları kesmediler,
Fikir ve irfan damarlarımızı da kestiler,
Sadece dereleri, tarlaları kurutmadılar,
Ahlakı da kuruttular.
Yerleştikleri bataklığı böyle yarattılar.
Evet, bu kuruyan yerde ise bugün bataklık vardır:
Bugün bir şehit cenazesi alt yazıyla geçiştiriliyorsa.
Ve aynı anda başka bir cenazede terörist başının çağrısı okunuyorsa.
O çürümüşlüğü tedavi edecek şey bellidir:
Bir tercihte bulunmak!
Bizimkisi bellidir.
Toplu iğne babama batar diye,
Babasının resmine bile kıyamayan 4 yaşındaki Alya’nın,
Acının içinden çıkardığı saf ve temiz sevgi de var halen bu topraklarda.
Bizlerin onu yeşertecek vicdanı da var.
Bu vicdanın zerresine halel getirmeyeceğiz.
And olsun ki Alya’nın acısından taşan o sevgiyle bu aziz vatanı biz yükselteceğiz.
Altını çizmek isterim,
Biz herkesin yüzüne, herkese açıktan konuşanlarız.
Kamera önünde ve arkasında başka pozumuz yoktur.
Ve bunları söylerken, kimse benden, bizden,
Ölünün arkasından ileri geri konuşmak da beklemesin.
Ben neysem oyum, neyi temsil ediyorsam, onu dile getirmekle mükellefim.
Bize tanımadığımız bir cenazenin geçişinde bile saygıyla durmayı öğrettiler.
Peygamber efendimizin “ölülerinizi hayırla yad ediniz” tembihi de,
Bu mükellefiyetin ve örfümüzün gereğidir.
Ancak hayırla yad etmek demek, hayırla anılamayacak eylemleri de
Bir ölünün arkasına saklanarak, geçer akçe sayacağız, demek değildir.
İnsana nezaket ve saygı, öncelikli tavrımızdır.
İkinci sırada, vatandaş olmak gelir.
Hak ve hukuk bakımından eşitiz sayarım.
Üçüncüsü ise fikirler düzlemidir ki, bizim mücadele alanımız budur.
Arzu ettiğimiz siyaset, demokrasi ve Türkiye özlemi budur.
Aziz milletim,
Bir yıl boyunca, bu kürsüden,
Türkiye’nin dış politikada düşürüldüğü durumu,
İçine sokulduğu pazarlıkların da nelere mal olacağını anlattım.
23 yıldır kimliksiz,
Hukuksuz ve paramparça bir Ortadoğu’da halen eşbaşkanlık peşindedirler.
İspatı mı? Önümüzdedir!
Büyük Ortadoğu Projesi.
Daha çıkıp bir gün, “ben bu görevi terk ettim” demedi,
Bu proje,
İsrail’in güvenliğini ve bekasını merkeze alan,
Ve çevresindeki bütün coğrafyada çözümü olmayan çatışmalar üreten bir projedir.
Asla istikrara kavuşamayacak bir bölge yaratan,
Bıçak sırtında, özerk, federatif yapılar inşa eden bir projedir.
Hedeflerinden birçoğunu gerçekleştirdiler.
Kalan aşamaları da aynı mahdumlar nihayete erdirmek istemektedir.
Türkiye’nin sınır güvenliğinin bile isteye yok edilmesi bundandır.
Peki, bu sınırlardan yıllar boyunca bile isteye yabancı ve ne idüğü belirsiz milyonların
Vatanımıza doldurulması, yarınlarımız için hayati bir risk değil midir?
85 milyon nüfusla, neredeyse 100 milyon insan besleyen Türk milletinin çıkarı,
Bu işte nerededir? Bekası nerededir?
Geçtiğimiz haftalarda bu kürsüden,
Trump, Netanyahu ve Erdoğan’ın
Aynı fotoğraf karesinde iş birliği pozları vermesi yakındır demiştim.
Bunlar bölgede barışın değil, Türkiye’nin yalnızlığının göstergeleridir.
Türkiye’nin dostlarının değil, Erdoğan’ın dostlarının isimleridir.
Soruları hazırdır,
ABD başkanıyla dünya liderimiz görüşüyor, görüşmesin mi?
Görüşsünler tabi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri,
İki “eşit egemen” devlet olarak görüşsünler.
Sorun, “Rahip Bronson’u derhal gönder dedim, o da gönderdi” diyen,
“Yap” denilince yapan; “Sus” denilince susan bir tabiyettedir.
Sorun,
Netanyahu’nun taş üstünde taş bırakmayıp, aylardır katliam yaptığı Gazze’de;
Turizm cenneti inşa edeceğim diyenlerle,
“Filistin davası” pozları kesenlerin, dostum demesidir.
Sorun,
Suriye’nin kuzeyini bize bırakacaklar,
Biz de orada Misak-ı Milli kuracağız diye poz satan saray memurlarının,
Dizi senaryoları ile diplomasi ve istihbaratı birbirine karıştırmalarıdır.
Kıymetli dava arkadaşlarım,
Dostum, şahsım, zatıalim diplomasisinin,
Bizi düşürdüğü vahim durumun bir diğer vesikası Kıbrıs’tır.
Türk Cumhuriyetleriyle olan münasebete dair bütün sorumlular kafasını kuma gömmüş
Hiç öyle bir şey yokmuş gibi durmaktadırlar.
Kıbrıs’ta 50 yıldır, Türklerin vatan ve namus mücadelesinin üzerine bir saray kondurup, Diplomatik iflası, inşaat şovuna dönüştürüyorlar.
İktidarlarına Kıbrıs Türklüğünü tanzim ve taksim vaadiyle başlayanlar,
Devri saltanatlarının bu son dönemecinde,
Türk’ün toprağını, “yine” tefeci tezgahlarında rehin ediyorlar.
Peki tüm bunları söylüyorsun da sen ne öneriyorsun?
Biz diplomasi ile ticareti, şahsımızla devletin çıkarlarını,
Partimizle de milletin ortak geleceğini birbirine karıştırmayanlarız.
Biz hudut namustur deyip,
O namusu da kendi namusu belleyenleriz.
Ve en önemlisi,
Biz Türkiye’nin, her şeye rağmen;
Hele de bu iktidara rağmen ayakta kalabilmesinin cevherini, çok ama çok iyi biliyoruz!
Bu cevherin;
Türk milletinin, ortak bir vatana ve ortak bir kimliğe sahip olmasının,
Bizim en büyük, en güçlü ve en yıkılmaz savunma sistemimiz olduğunun bilincindeyiz.
Ve son olarak,
Bir ülkenin dış politikasının, ancak “istikrar ve tutarlılıkla” oluşturulduğunda
Yerli ve milli olacağına inanıyoruz.
Bugün Erdoğan ve avanesi, başı sıkıştıklarında her seferinde aynı mektubu açıyorlar.
Ne yazıyor o mektupta? “Dış güçler, faiz lobileri, İsrail…”
Peki bu dış güçler, hep aynı doğrultuda, hep aynı planları yapıyorsa,
Siz niye üç güne bir, geri vites yapıyorsunuz da günaşırı “dost” değiştiriyorsunuz?
Ayrıca düşman dediklerinizle de sürekli dostluk ediyorsunuz?
Ben söyleyeyim sebebini,
Diplomasi değil, pazarlık yürütüyorlar!
O pazarlığın konusu ise hiç değişmiyor!
Ne verirsek, bu makamda kalmamıza müsaade ederler?
Neyi rehin edersek,
“Eeey İsrail “diye gürlediğimizde,
“Eeey Avrupa” diye bağırdığımızda
Bizim kayıkçı kavgamıza eşlik ederler!
Ortadoğu’nun ve tarihin de değişmez kuralıdır:
Şahsi hülyaların sonu, milli kabuslara dönüşür.
Bunu engellemenin tek yolu da
“Yurtta barış, cihanda barış”tır.
Aziz milletim,
Siyaset bugün öfke üretiyor.
Hangi kitleye daha çok hakaret edersen, o kadar alkış alıyorsun.
Bilinsin ki biz bu alkışı reddediyoruz!
Hakikatler ortadayken, hiçbir gruba hakarete gerek yoktur.
Ne seçmeni ahmak yerine koyanlardanız,
Ne de her rakibi, can düşmanı yapanlardanız.
Kamplaştıran, ayrıştıran dilleri ve tutumlarıyla,
Ülkemizi, milletimizi öyle bir noktaya getirdiler ki, herkes birbirine kinli,
Herkes bir diğerine karşı hesap içinde!
Bu ayrılık-gayrılık sürdürülebilir değildir.
Yarattığı öfke, bir gün, sokak ortasında kadınlara yönelen şiddetle,
Bir başka gün trafikteki kavgayla,
Bir diğer gün siyasetçilere saldırıyla kendini gösteriyor.
Siyasetinden sokağına kadar, milletçe birbirimize zarar veriyoruz.
Bu öfke selinden de tek karlı çıkan bu iktidar ve ortakları.
Bu iktidarın beğenmeyip eski Türkiye dediği zamanlarda,
“Bizim bizden başka dostumuz yok” diyorduk.
Bunların yeni Türkiye’sinde geldiğimiz noktaysa;
Bizim bizden başka düşmanımız yoktur!
İktidarın saldırgan dili ve uygulamalarıyla gerilen toplumsal tansiyon,
Bugünümüzü ve yarınımızı zehirliyor.
Biz işte bu felaketin önüne geçeceğiz.
Kavgaları değil, farklılıklarımızı değil,
Millet olduğumuzu, kader birliğimizi hatırlatacağız.
İyilerin iktidarında, her şeyden önce dost olacak, dost kalacağız.
Üzülerek ve acıyarak görüyorum ki,
İktidar pozunu verenler,
Bu ferasetin yakınından bile geçmemektedirler.
Bir evlat, babasının mezarını ziyaret edemeyecek öyle mi?
Ankara’nın ortasında, merkezinde, herkesin gözü önünde,
Bir Türk Milliyetçisi,
Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş’in kabrini ziyaret edemeyecek öyle mi?
Yahut ana muhalefet partisi genel başkanı,
Fiziki bir saldırının hedefi olacak;
Üstelik yüzlerce kişinin, onlarca gazetecinin önünde bu gerçekleşebilecek öyle mi?
Biz bu aşamaya mı geldik?
Sizin maksadınız nedir?
Bir cani, hem de bir evlat katili,
İnfaz yasasından faydalanmış aramızda dolaşıyor.
Canlı yayında, kameraların önünde,
Ne hikmetse, bir parti genel başkanına denk geliyor ve saldırıyor.
Anayasa’nın her yurttaşa tanıdığı siyaset yapma hakkına yönelen hiçbir saldırı
basit bir adli vaka değildir.
Bu sıradan bir cebri fiil değildir.
Bu, doğrudan doğruya anayasal düzene,
Demokratik hayatımıza ve Cumhuriyet’in temel ilkelerine yönelik bir tehdittir.
Bir milletvekiline, bir il başkanına, bir siyasi parti liderine yönelen saldırı;
Sadece bir kişiye değil, bir hakka, bir kuruma, bir rejime yönelmiş demektir!
“Sana siyaset yaptırmayacağım” demektir!
Ya da ben siyaset yapma hakkını bile ortadan kaldırırım tehdididir!
Bu nedenle bu eylemler sıradan bir asayiş suçu olarak ele alınamaz, ele alınmamalıdır.
Ne yazık ki, bunları daha önce de yaşadık.
Tehditlerse artık vakai adiyeden.
Alparslan Türkeş’in kabrinde yaşanan hadisede;
Valilik ve emniyet
200 kişiyi oradan uzaklaştıramıyor,
Bir milletvekilini, bir kadını, bir evladı,
Merhumun aziz hatırasını korumak yerine,
Cumhur koalisyonunu korumayı tercih ediyorsa,
Bunlar devlet olma vasfını yitirmişlerdir.
Çünkü devlet olmanın gereğini yapmak yerine,
Balgat’tan alacakları iznin peşine düşmüşlerdir.
Buradan sivil, asker, yargıç ilgili bütün kamu görevlilerine sesleniyorum:
Sizin işiniz, Cumhur İttifakı içerisindeki çatışmalara taraf olmak değildir.
Sizin işiniz, siyasette tartı ağırlığı olmak değildir.
Aynı şekilde iktidar ve ortakları artık idrak etsinler,
Yarattığınız bu kutuplaştırmanın ve ayrımcılığın sonu,
Bütün kontrolün yitirilmesidir.
Hele ki, her alanda istikrarsızlıklar, krizler, darboğazlar
Yaşattığınız bu ülkede tüm insanların canı burnundayken.
Bir gün öyle bir nokta gelir ki, kriz, kaosa döner.
İşte orada anarşi doğar.
Ve değil sarayınız, hiçbir istibdat bununla hayatta kalamaz.
Bu “suni dengelerle” makamda kalırım umudunda olanlar varsa, bilsinler;
O batan iktidar gemisinde, kimse sizi filikasına çağırmayacaktır.
Aziz Milletim,
Bu aşamaya gelmedik! Getirildik!
Bir anda gelmedik, ağır ağır sürüklendik.
Ve bu iki hadise aynı 24 saatin içerisinde yaşandı.
Ben yaptıklarını açıkça tanımlayayım:
Siyasetin, yapılamaz hale getirildiğinde,
Siyaset-dışılık teşvik ediliyor,
Cebir, tehdit ve şiddet, alenen destekleniyordur.
Türkiye’de tehdit, birtakım kişiler, yapılar ve odaklar tarafından
Bir alışkanlık haline getirilmiştir.
Buyurarak, emrederek, talimat vererek siyaset yapılmaz.
Hele de bu yöntemlerle devlet idare ediliyor kisvesi yaratılıyorsa,
Orada bizzat devletin kendisi, sürekli bir tehdidin nesnesi kılınmıştır.
Siyaset meşru bir kavgadır, mücadeledir.
Ancak o mücadelenin neticesi bir müzakeredir.
Müzakere de vatanın, milletin ve devletin selameti içindir.
Aksi olursa, herkes için acı sonuçlar doğacaktır.
Bunun örneği, Türkiye’yi 1970’lerden 1980’e getiren süreçtir.
1980 yılına giderken,
Türkiye için kavga etmek yerine, birbiriyle kavga etmeye yönlendirilmiş yüzbinlerdik.
Doğrudur, kavga ettik.
Ama en öfkeli zamanlarımızda dahi,
Kimse kimseye, “yetim hakkı yiyor” diyememiştir.
Namussuzdur dememiştir.
Fikir namusunu yitirdi diyememiştir.
Mezarlıklarımız birdi.
Düğünlerimiz birdi.
Asker olurken ellere yakılan kına birdi.
Analarımızın bizi eli yüreğinde beklediği geceler de birdi.
Ama bugün herkes bir yeri parselliyor.
Milletin her değerini kendi malı belliyor.
Bizim itirazımız bunadır!
Siyaseti parselleyenlere itiraz ediyoruz.
İşimizin kolay olduğunu söylemiyorum,
Ama imkansız olmadığını biliyorum!
Kıymetli yol ve dava arkadaşlarım,
Bir yıl önce yaptığım konuşmanın üçüncü çağrısı,
Tüm milletimize, seçmenlerimize,
Geçmişte partimize emek vermiş, alın teri akıtmış
Ama o ya da bu sebeple gücenmiş, dava ve yol arkadaşlarımızaydı.
Gelin hep birlikte “mavi göğü çadır, güneşi bayrak” eyleyelim demiştim.
Bugün İYİ Parti,
Türkiye’de örneğine pek az rastlanır şekilde
Değişim ve yenilenme iradesi sergilemiş, bunda sebat göstermiştir.
Bu sebatın sonunda da Türk milletine karşı vazifesini yerine getirerek,
Onu kuran iradenin ve gerekliliğin hedef koyduğu gibi muhakkak iktidara gelecektir.
Bu ülkede ya hakikatten vazgeç diyorlar ya hukuktan,
Ya vicdandan vazgeç ya kanundan.
Çünkü ya inkâr etmeyi biliyorlar ya da biat etmeyi.
İki seçenekli bir sınavda, boşlukları dolduruyorlar.
Bizimse bir yanımız milletin adalet çığlığıdır, bir yanımız devletin vakarıdır.
Bir yanımızda “geçinemiyoruz” feryatları vardır; öbür yanımız “bölünmez vatan” arzusu.
Çünkü biliyoruz ki, milletimizin vicdanının orta noktası burasıdır.
Burası makulün ve yeniden inşa etmeye giden yolun köprüsüdür.
Bu yüzden bizim mücadelemiz hukuk ve adalet için olduğu kadar,
Aynı zamanda hakikat içindir!
Sadece hak için değil, haysiyet içindir!
Hem bugün hem de yarınlarımız içindir!
Ne masaların uhdesinde ne de sarayın gölgesinde olmayız.
Biz siyasetin vasatına tamah etmeyenleriz!
Susanlar değil, konuşanlarla,
Unutanlar değil, hatırlayanlarla yürüyeceğiz!
Razı olanlarla değil, itiraz edenlerle yürüyeceğiz
Sizlerle, milletimizle, hep birlikte yürüyeceğiz.
Son sözümüz milletimize verdiğimiz ilk sözümüzdür.
Cumhuriyeti yıktırtmayacağız!
Türk milletini ve Türk vatanını böldürtmeyeceğiz!
Hain ile, terörist ile, devlet ve millet düşmanlarıyla,
Pazarlık etmeyeceğiz. Pazarlık ettirtmeyeceğiz!
Türk vatanına namahrem eli değdirtmeyeceğiz!
Yılmayacağız,
Yıkılmayacağız,
Başaracağız. Başaracağız. Başaracağız!
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi soruşturmasında kimin mal varlığına el konuldu?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.