Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından İBB’nin çağrısı ile bir araya gelen “İstanbul Deprem Bilim Üst Kurulu”, 15 Şubat’ta AKOM’daki toplantının ardından alanında uzman isimlerin katılımı ile ikinci kez Florya’daki İstanbul Planlama Ajansı kampüsünde buluştu.
Toplantıya; CHP Genel Başkan Yardımcıları Fethi Açıkel, Onursal Adıgüzel, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Türkiye’nin önde gelen deprem bilimcileri Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Celal Şengör, Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, Prof. Dr. Haluk Özener, Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, milletvekilleri, belediye başkanları ile çeşitli oda ve STK’ların temsilcileri katıldı. “İstanbul Deprem Çalışma Grubu” toplantısının açılışında konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu şunları söyledi:
“TÜRKİYE BİR DEPREM ÜLKESİDİR, İSTANBUL BİR DEPREM ŞEHRİDİR BİNLERCE YILDIR BÖYLEYDİ VE BUNDAN BİNLERCE YIL SONRA DA BÖYLE OLACAK: Bugün burada hepimizi derinden sarsan, on binlerce insanımızı yitirmemize, yüz binlercesinin yaralanmasına ve evsiz barksız kalmasına yol açan; çok sayıda benzersiz ve kadim yerleşim alanını neredeyse coğrafyadan silinmesine sebep olan depremin ertesinde birlikteyiz. Aslında bugün gündemimizde olan hiçbir konu bizler için, bu salonda özellikle bulunan başta bilim insanlarımız için ne yeni bir konu ne de akıllardan çıkarılmış bir konudur. Türkiye bir deprem ülkesidir, İstanbul bir deprem şehridir binlerce yıldır böyleydi ve bundan binlerce yıl sonra da böyle olacak. Bunlar çok uzun zamandır, çok iyi bildiğimiz, ki burada bunları bize tane tane anlatan bilim insanlarımız var çok iyi bildiğimiz yalın gerçeklerdir. Asla değiştiremeyeceğimiz, yaşamak zorunda olduğumuz gerçekler. Ne yazık ki devlet olarak, kurumlar olarak ve vatandaşlar olarak üstünü örtmekle, geçiştirmekle yetindiğimiz yalın gerçekler bunlar. Ve kendisini her hatırlattığında bizim için bu ülke vatandaşları için ortaya çıkan çok ağır, çok acı faturası olan bir durumdur.
İSTANBUL GÖRÜNÜR BİR GELECEKTE BÜYÜK BİR RİSKLE KARŞI KARŞIYA: 99’dan bugüne en az içimizi yakan bizi dağlayan 7 ya da 8 acı afeti depremi sıralayabiliriz. Buna rağmen bugün on binlerce insanımız hayatını yitirdiği bir afeti konuşuyor ve İstanbul’umuzun çok eksikleri üzerinden bir gündem ile toplanıyorsak bu çok acı çok ağır bizler için. Ne yazık ki devlet olarak kurumlar olarak üstünü örtmekle geçiştirdiğimiz diye tariflediğimiz bu gerçeklere karşı duruşumuzun da bir özetidir. Sık sık görmezden geldiğimiz ısrarla anlamak istemediğimiz bu çıplak gerçekler bize kendisini sık sık hatırlatmasına rağmen unutmayı başarabilmişiz çok acı. Ve kendisini her hatırlattığında faturası çok ağır ve çok acı oluyor. Bugün burada bir araya gelmemizin nedeni ve ortak paydası bu yalın gerçeklerin altını çok önemli çok acı bir biçimde çizmek ve yolumuza önümüze o şekilde bakabilmeyi başarmaktır. İstanbul’un yakın geleceğinde olacak olanları derinlemesine konuşmak sadece yetmiyor eyleme geçirmek şarttır. Çünkü bugün burada, İstanbul Planlama Ajansı’nda olan ve olmayan tüm uzmanların; saygın akademisyenlerin görüş birliği ettiği ve bizleri sık sık uyardığı gibi içinde yaşadığımız, hepimizin evi olan kadim şehir İstanbul görünür bir gelecekte büyük bir riskle karşı karşıya. Karşı karşıya olduğumuz depremin olacağı kesin ama ne zaman olacağı ve ne etkide olacağı belli değil. Biz ne kadar rahatlatmak istersek isteyelim, bugün İstanbul’da yaşayan her kesimden vatandaşımız kaygılı.
BİZ MİLLET OLARAK ÇABUK UNUTUYORUZ: İnanın yaptığımız bütün araştırmalarda çok enteresandır en kaygılı kesin 25 yaş altı. Konuşabilmeyi başaran çocuğumuza kadar 25 yaş altı çok enteresan. İnsanlarımızın en büyük kaygısı evinin muhtemel deprem karşısındaki dayanıklılığı. Tabi ki konumuz sadece üst yapı değil. İstanbulluların endişe ve kaygısı eviyle de sınırlı değil. Hemşerilerimiz sokağı, semti, sevdiklerinin yaşamakta olduğu mekanlar ve İstanbul’un tarihi yapıları için de kaygı duyuyor. İşyerleriyle, kamu binalarıyla, köprüleriyle, üst geçitleriyle, İstanbul’un tamamı için kaygılanıyor. Ama bu kaygı bugün için çok yüksek. Zira biz millet olarak çabuk unutuyoruz. Belki de olumsuzlukları unutmak istiyoruz. Ama biraz önce dediğim o yalın gerçek, biz unutsak da unutmak istesek te, yok olmuyor. Bütün çeperleriyle orada duruyor. Bizdeki endişe duygusunun nasıl çalıştığı ve boyutu hakkında fikir vermesi açısından sizlerle bir veri paylaşmak isterim.
BU ÜLKENİN HİÇBİR YÖNETİCİSİ DE HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ YOLUNA DEVAM EDEMEZ: Geçtiğimiz son üç yıl içinde İBB olarak görevlendirdiğimiz ekiplerimiz, şehrin riskli her ilçe ve mahallesinde binaların risk durumlarını saptayabilmek amacıyla 107 bin binayı tek tek ziyaret etmişti. Ama acı bir gerçek var o ziyaretlerde sadece 29 bin binada oturan vatandaşımız, binasında inceleme yapılmasını kabul etmişti. Yüzleşmek istemiyoruz. Ama Kahramanmaraş Depremi sonrasında bize başvuran yurttaşlarımızın sayısı birkaç günde 100 bine ulaştı. Bu acıları yaşayıp hatırlamak mı? Yoksa bu acı ve yalın gerçekle doğru zamanda yüzleşip doğru bir yolculuk tariflemek mi? Onun için Elbette bu kaygıyı hafife alma lüksümüz yok. Hiç kimsenin böyle bir hakkı da yok. Vatandaşımız kaygılı olmakta haklıdır. Öncesinde gerekli tedbirlerin alınmadığı, sonrasında hızlı ve yeterli müdahalenin yapılmadığı bir afet ve kaos ortamında binlerce insanımızı çaresizlik içinde bırakan, kabul edilmesi hiçbir koşulda mümkün olmayan koşullarda kaybettik. Bu manzarayı gören hiçbir yurttaşımız hele ki deprem bölgelerinde yaşıyorsa, yaşamına hiçbir şey olmamış gibi devam edemez. Aynı şekilde, bu ülkenin hiçbir yöneticisi de hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edemez. Hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
HEPİMİZ BAŞIMIZI İKİ ELİMİZİN ARASINA ALIP CİDDİ ŞEKİLDE DÜŞÜNMEMİZ LAZIM: Yaşadığımız bu büyük felaket deprem meselesine devlet ve millet olarak bakış açımızın yanlışlığının ispatıdır. Hiç kimseyi özellikli bir biçimde bu duygu içine almıyorum hiç kimseyi de ayrıcalıklı bir şekilde bu duygunun dışında tutmuyorum bırakmıyorum. Kapsayıcı bir şekilde konuşuyorum. Hepimizi kapsayan duyguyla bunu ifade ediyorum. Onun için hepimiz başımızı iki elimizin arasına alıp ciddi şekilde düşünmemiz lazım. Bu büyük felaket, bu inanılmaz yıkım bizi diri bir şekilde kendimize getirmeli. Tek tek her birimizi, devleti yöneten, yerel idareleri yöneten yöneticileri. Akademisyenleri, sivil toplum yöneticilerini ve her bir yurttaşımızı her şeyi sil baştan düşünmeye sevk etmeli. Ama en başta da kamu adına, yetki kullanan, karar veren, bütçe kullanan insanları yani bizleri. Siyasetin en tepesinden, arama kurtarmadan sorumlu idarelere kadar hepimizi. Herkesi yeniden düşünmeye, yeniden tasarlamaya ve akla, bilime ve deprem yalın gerçeğinin tarih boyunca biz insanlığa binlerce kez ödettiği faturaya bakarak sil baştan kararlar almaya sevk etmeli. Ülkemizin, şehirlerimizin yönetimini üstlenen herkes, hepimiz, her birimiz bize yetki veren vatandaşlarımızla bir senet imzaladık.
BUNU KADER DİYE TARİFLEYİP AKILLA BİLİMLE DALGA GEÇMEYELİM: Vatandaşlar biz yöneticilere, canlarını, mallarını, sevdiklerini, umutlarını, hayallerini emanet etti. Biz ise bu emanete sahip çıkacağımıza söz verdik. Yöneticilik bu demektir. Yöneticiliğin ahlakı da namusu da böyle bakmayı gerektirir. Ama burada bir başka yalın gerçeği daha tekrarlayalım. Vatandaşın bizlere yüklediği sorumluluk hiçbir yöneticinin tek başına üstesinden gelemeyeceği kadar büyüktür. Merkezi idare, yerel idare, akademi, sivil toplum demeksizin güçlerimizi birleştirip, aklın, bilimin yolundan ilerlediğimizde çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur. Onun için bunu kader diye tarifleyip akılla bilimle dalga geçmeyelim. Ben bu umut ve bu kararlılık içerisindeyim. İlk günden beri defalarca çağrıda bulundum gerek açık ortamlarda, yazılı ve görsel medyada, dijital ortamlarda. Gerekse bire bir ilişkilerde, sözlü, yazılı olarak defalarca çağrı yaptım. Biz cumhurbaşkanlığı, bakanlık, valilik, AFAD demeksizin her kurumla, her ortamda, koşulsuz, şartsız omuz omuza çalışmak istiyoruz dedim. Tarihin, bilimin ve siyasi sorumluluğun gereği budur dedim demeye devam edeceğim.
BU ANLAYIŞ İÇERİSİNDE İSTANBUL’DA YENİ BİR DÖNEME ADIM ATIYORUZ: Çünkü gerek İstanbul olarak gerekse ülke olarak ancak bu yolla bütün zorlukların üstesinden gelebileceğimizi görüyorum. Bu ülke insanının neler başarabileceğini çok iyi biliyorum. İhtiyacımız olan tek şey, çalışmaktır. El birliğiyle, cesaretle, fedakârlıkla çalışmaktır. Bu anlayış içerisinde İstanbul’da yeni bir döneme adım atıyoruz. Önümüzdeki günlerde çok kapsamlı bir açıklamayı çalışmalarımızı ve yol haritamızı paylaşacağım ve vatandaşlarımızı bir seferberlik sürecine davet edeceğim. Daha önce bu açıklamayı yapabilirdim ama istedik ki yaşadığımız bu büyük afetten sonra öğrendiklerimizin üzerine siz kıymetli uzmanlarımızın değerlendirme ve önerilerini de alalım ve sonrasında bilimsel aklın gösterdiği yolda yaklaşımımızı ve yol haritamızı daha da etkili hale getirelim. Bu konudaki değerlendirmemi tamamlarken şunu belirteyim; deprem bölgemize sık sık gittim. Oraya destek vermek için gittik. Gitmeye de devam edeceğiz. Gördüklerim, tanık olduklarım aynı zamanda benim için bir iç hesaplaşma süreci başlattı. O iç hesaplaşmadan çıkan en önemli sonuç şudur: Bu trajedinin İstanbul’a ve İstanbullulara yaşatılmasına, ne pahasına olursa olsun izin vermeyeceğim bunu hepinizin huzurunda beyan ediyor ve söz veriyorum. Bu çerçevede gerçekçi bir yaklaşıma, durumun içtenlikle paylaşılmasına, bilimsel aklın depremin yıkıcılığına karşı verdiğimiz mücadelede öne çıkarılmasına, toplumun ve devletin bütün güçleriyle seferber hale gelmesine ve kaynakların en geniş ve etkili biçimde bu mücadele için harekete geçirilmesine ihtiyacımız var.
ŞU BİR GERÇEK; İSTANBUL DEPREMİ DİYE BİR ŞEY YOK ASLINDA MESELE TÜM MARMARA BÖLGESİNİ KAPSIYOR: Bu bütünlüklü stratejinin bazı öğelerinin altını çizmek isterim. Bilimsel bir yol haritasının en geniş biçimde oluşturulması ve öne çıkarılması gerekiyor: tam da bunun için buradayız. Bugüne kadar yaptıklarımızı daha da etkili hale getirmek için mühendisliğinden planlamasına, ekonomik boyutundan sosyal meselelerine, sağlık örgütlenmesinden lojistik altyapısına kadar tüm boyutları içerecek biçimde deprem konusunda çalışan bilim insanlarımızı, uzmanları bir araya getiren bir çağrı yaptık. Hepinize teşekkür ediyorum. Bugün ve önümüzdeki dönemde bir çalışma yürüteceksiniz. Bu çalışmaları bizim birim ve uzmanlarımızla birlikte gerçekleştireceksiniz. Nerede çalışmalarımızda eksiklikler varsa sizlerin de katkısıyla hızla gidereceğiz. Deprem gerçekliği konusunda yerel yönetimlerle merkezi yönetim arasında bir iş birliği ve birlikte çalışma çerçevesine ihtiyaç var. Hiçbir siyasi kaygıya düşmeden amasız fakatsız iş birliğine hazırız. Üstelik şu bir gerçek; İstanbul Depremi diye bir şey yok aslında mesele tüm Marmara bölgesini kapsıyor. Dolayısıyla biz hızlı biçimde İstanbul için toplandık ancak bu yaklaşımın bölge bütününe yayılması gerekir. Önümüzdeki günlerde buradan çıkan dersleri merkezi yönetimin ilgili birimleriyle, Marmara Belediyeleri ve Belediyeler Birliği ile paylaşacağız. Birlikte çalışmak için irademizi beyan edeceğiz. Kimin hangi ölçekte nelerden sorumlu olacağını bilimsel aklın ışığında belirleyip, uygulamaya konulmasının peşine düşeceğiz. Bu seferberlik aynı zamanda kamu kurumlarıyla sivil toplumu da bir araya getirecektir. Bu toplantıya olabildiğince meslek odalarını, organize sanayi tesislerinin yöneticilerini, işveren ve emek örgütlerinin temsilcilerini çağırdık. Gözden kaçanlar olmuştur. Ancak şunun bilinmesini isterim, burada ilan ettiğimiz seferberlik dalga dalga İstanbul’un her alanına yayılacak. Örneğin mahalle ve semt ölçeğinde kapsamlı ve klasik sivil savunma yaklaşımının ötesine geçen bir deprem örgütlenmesini tarifleyeceğiz. Toplum Çalışma Grubundan gelecek önerileri de dikkate alan bir örgütlenme çalışmasını en dış semtlerimize kadar taşıyacağız.
SORUNLU BİNALARIMIZI DAYANIKLI HALE GETİRMENİN FATURASI, 360 MİLYAR LİRA. BU İBB’NİN YILLIK BÜTÇESİNİN NEREDEYSE ÜÇ KATI DEMEKTEDİR: Dördüncü boyut olarak bilgilendirme ve saydamlığı son derece önemsiyoruz. Sadece deprem konusuna odaklanan bir web sitesini hizmete sokuyoruz. Buradan toplum ve uzmanlar için önemli ve gerekli her türlü bilgiyi en hızlı biçimde paylaşacağız. Her defasında görüyoruz. Spekülatif haberler ve manipülasyonlar toplumu gereksiz paniklere ve soru işaretlerine sürüklüyor. Şunu mutlaka gerçekleştireceğiz; deprem konusunda en ufak bir gelişme ya da belirsizlik doğduğunda vatandaşlarımız bu siteye girdiklerinde doğru bilgiye ulaşacakları doğru bilgiyi burada görecekler. Mali boyutu en sona bıraktım. Şeffaflık, saydamlık dedim. Eğer gerçekçi olacaksak şunu en baştan itiraf edelim. Bugün İstanbul’u hakkını vererek depreme hazırlıklı hale getirmek demek Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının üzerinde bir kaynak gerektiriyor. Bir konutun maliyetinin en iyimser haliyle 1 milyon liranın üzerinde olduğu bir ortamda sadece bina stoku açısından 90 bin ağır hasarlı ya da çok ağır hasarlı binadan söz ediyoruz. Bu binalar tek bir konut değil her birinde çok sayıda bağımsız birim var. Çok iyimser biçimde bina başına 4 bağımsız birim varsaydığımızda sadece sorunlu binalarımızı dayanıklı hale getirmenin faturası, 360 milyar lira eder. Şunu söyleyeyim, bu İBB’nin yıllık bütçesinin neredeyse üç katı demektedir.
GELİN HEP BİRLİKTE HEM DEPREM BÖLGESİNİ HEM DE İSTANBUL GİBİ DEPREM TEHDİDİ İLE YAŞAYAN BÖLGELERİ, KENTLERİ RAHATLATALIM: Biliyoruz ki depreme hazırlıklı olmak sadece bu binaların güçlendirilmesi demek değil çok ötesinde ve maliyeti yüksek işler yapmamız gerekiyor. Alt yapıdan üst yapıya diye tarifledim az önce. İSKİ’nin alt yapısından İGDAŞ’ın alt yapışana ya da birçok hususu içeriyor. Şimdi seferberlik zamanı diyoruz. Dört bir yandan halkımız imkanlarını zorlayarak yardıma koştu, koşmaya devam ediyor. İnsanlar, haneler, toplumlar acılı zamanlarda, büyük felaketlerde bir araya gelir. Karşıtlıklar, birikmiş düşmanlıklar, küslükler aşılır. Buradan hükümetimize de bir çağrı yapmak istiyorum. Gelin hep birlikte hem deprem bölgesini hem de İstanbul gibi deprem tehdidi ile yaşayan bölgeleri, kentleri rahatlatalım. İstanbul, öyle ya da böyle Türkiye ekonomisinin belkemiği, GSMH’nin en az 1/3 ü bu bölgede üretiliyor. Nüfusunun yaklaşık ¼’ü ü İstanbul ve çevresinde yaşıyor. Tarihi-kültürel mirasının en değerli öğeleri bu kadim şehirde. Geçtiğimiz dönemde bu birikim ve yoğunlaşma nedeniyle büyük ölçekli denilen projelerin hedefi haline geldi İstanbul.
ŞU DEPREMİN GÜNLERİNDE BİLE ACI BİR BİÇİMDE PİSTLERİN ÜZERİNE AĞAÇLAR DİKEREK ALEL ACELE BİR MİLLET BAHÇESİ YAPILIYOR: İşte orada ormanlarını ve su havzalarını yer yer tahrip ederek inşa edilen 3. Havalimanı duruyor. O havalimanı için 10 milyar dolarlık bir kaynak inşa süreci için kullanıldı. Günün sonunda 30-40 milyar dolarlık bir kaynağa karşılık gelen yatırımdan söz ediyoruz depremle mücadele sürecinde. Yapılan yatırımlara baktığımızda yapılan işleri gördüğümüzde aynı zamanda çalışan bir havalimanı bertaraf ettik. Şu depremin günlerinde bile acı bir biçimde pistlerin üzerine anlamsız, peyzajdan anlayan bilir ağaçlar dikerek alel acele bir Millet Bahçesi yapılması gayreti içersin de hareket ediliyor. Şimdi milyonlarca İstanbullunun büyük kaygı içinde yaşamını sürdürdüğü bir dönemde buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum. Gelin bu seferberlik ve ulusal birlik anında bir başka büyük proje yapalım. Cumhuriyet tarihinin en büyük projesini yapalım. Gelin o büyük projeyi ıssızlığın ortasındaki bir coğrafyaya yapmayalım. 100 milyar doları, insansız bir coğrafyaya gömmeyelim. Bu ülkede bu şehirde Kanal İstanbul gibi anlamsız işlere ihtiyaç yoktur. Gelin bu kez yatırımı insanımıza yapalım. Yaşayan ve yaşatacağımız insanımız için yapalım. Devletin anlamanı insanını yaşatmak olduğunu kadim tarihimizden hepimiz çok iyi biliyoruz. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına başlarken en büyük ve en çılgın projemiz insanımıza çocuklarımıza ve geleceğimize yatırım olsun. İstanbul’un her tarafını şantiyeye çevirelim. Ama hayat kurtaran şantiyelere çevirelim. Ekonomiyi canlandıralım, işsizlik kıskacındaki insanlarımıza istihdam yaratalım. Ama bu kez ıssızlığa ve bir avuç girişimciye değil, yatırımı önce insana yapalım. İstanbul yanında şu an eli böğründe bekleyen deprem bölgesine de benzer bir yaklaşıma ihtiyaç var. Bu çağrı büyük ölçekli insanlık projesi içindir. Her anında dikkatli her anında bilimle hareket etmek çok önemli. Enkaz kaldırma diye bir trajedinin şu an da o bölgede yaşandığını o bölgede gözlerimle gördüm. Uyarımı AFAD’a gidip en üst yetkililerle 2 saat görüşerek bütün kaygılarımı kendilerine bilimsel raporları teslim ederek anlattım.
1999 MARMARA DEPREMİ BİR OLAY, BİR MİLAT OLAMAMIŞ: Sosyal bilimcilerin “olay” dedikleri bir kavramları var. Diyorlar ki bazen büyük çaplı gelişmeler olur, ama onlardan bazıları sonra tarihe olay diye geçer. Bazıları ise önce “olay” sanılır, ama sonradan anlaşılır ki “saman alevi” olma ötesinde bir etkileri yoktur. Bir şey eğer mevcut anlayışları, pratikleri, inançları ve gerçekliği bir daha geriye dönmeksizin değiştiriyorsa işte ona “olay” diyoruz. Biz de deprem dolayısıyla yaşadığımız acı tecrübeleri bir büyük dönüşümün itici gücü haline getirmek zorundayız. Çünkü, Kahramanmaraş Depremi diye tarihe geçecek bu büyük afet, bu “olay” tüm geleceğimizi değiştirecek. Kırılma anıdır aslında. 1999 yılında Marmara bir büyük deprem yaşadı. Orada da büyük kayıplar yaşadık. 17 binin üzerinde insanımızı kaybettik. Çok sayıda yerleşme etkilendi. Yer yer kaoslar yaşandı. Altyapıda, yollarda sıkıntılar çekildi. Kahramanmaraş Depremi gösterdi ki aradan geçen 24 yılda çok şey değişmemiş hatta bazı şeyler bazı kurumlar daha da kötüye gitmiş. İmar düzeni bunun en iyi örneğidir. Devlet kurumlarının etkili müdahalesinde yaşanan sıkıntılar bunun örneğidir. Lojistik alanında karşılaşılan sorunlar bunun örneğidir. Uzatmayayım ama belli ki 24 yıl afet alanında bir zihniyet ve yaklaşım değişimini getirmemiş. Binlerce insanı kaybetmemize karşın 1999 Marmara Depremi bir olay, bir milat olamamış. Çok daha büyük kayıpların ve yıkımın yaşandığı Kahramanmaraş merkezli depremin de aynı akibeti paylaşmasına izin veremeyiz. Görüyoruz, yaşadıkları bu tür büyük olumsuzluğu bir milat haline getiren toplumlar var. Allah aşkına bunu başaranlar var bizim neyimiz eksik. Örneğin Şili yaşadığı büyük depremler sonrası dersler çıkarmış ve yaklaşımını neredeyse tümüyle değiştirmiş. Gelen turiste bir broşür veriyor burası bir deprem ülkesi her an sallanabilir bulunduğunuz binayı terk etmeyin çünkü binalarımız sağlamdır. Şili Güney Amerika’nın dip coğrafyasında bunu başarabilmiş.
ÇOCUKLARIMIZA GENÇLERİMİZE MİNİ MİNNACIK ÇOCUKLARIMIZA BİZ SİZE BUNU NASIL YAŞATTIK: Bugün bir başarı öyküsü olarak anlatılıyor. Bizim neyimiz eksik Allah aşkına. Çocuklarımıza gençlerimize mini minnacık çocuklarımıza saçı 15 gündür yıkanmamış olan çocuklarımıza deprem bölgesinde baktığımda benim hissettiğim duygu bu. Biz size bunu nasıl yaşattık. Gençlere şunu söyledim, biz bir başlangıç yapalım bizim yapamadığımızı başaramadığımızı sizler başaracaksınız diyorum. Çağrım tam da bu noktada. Gelin yerel yönetimleri, merkezi yönetimiyle, üniversiteleri ve meslek kuruluşlarıyla, sivil toplum örgütleri ve uzman kuruluşlarıyla, ama hepsinden önemlisi tüm bilinçli insanlarımızla son yaşadığımız depremi bir milat, bir olay yapalım. Gelin resmi olarak 45 bine yaklaşan insanımızın kaybıyla sonuçlanan bu büyük trajedi bir milat olsun. Kentlerimizi yaşam ve insan merkezli hale getirelim. Kentleri bir para basma makinası, bir rant aygıtı olarak görmekten hızla uzaklaşalım bunu hafızalarımızdan silelim, kentlerimiz artık daha beton blokların değil uygarlığın yükseldiği yerler olsun. Biz bunu yapabiliriz. Bulunduğumuz bu coğrafyada biz bunu yapabiliriz değil biz bunu yapmak zorundayız. Dünya tarihine baktığımızda bulunduğumuz bu kadim coğrafyanın bize verdiği sorumluluktur. Hatalarımızdan ders çıkararak, daha güvenli, daha insani ve daha parlak bir geleceği inşa edebiliriz. Bunu yapabilecek insan gücümüz, entelektüel sermayemiz ve finans gücümüz var. Artık milli bir hedefimiz, milli bir irademiz de olsun. Binlerce yıldır ortada duran yalın gerçeği artık görmezden gelmeyelim. Aklımızı ve irademizi kullanarak, bu toprakları çocuklarımız ve torunlarımız için dünyanın en güvenli coğrafyasına dönüştürelim. Bu duygularla, her biriniz bilgi birikimine, zamanınıza ve emeğinize teşekkür ediyorum. Bu toplantının hepimiz için verimli sonuçlar getirmesini diliyorum”
+ Yorum Yok
Yorum ekle