TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, “Yeni bir anayasa yapmak, Türkiye’nin boynunun borcudur. Cumhuriyetimizin ikinci asrına yakışan önemli bir adım olacaktır” dedi. Kurtulmuş, önümüzdeki haftalarda eski Meclis başkanları ve yüksek yargı mensupları ile bulaşarak anayasa ile ilgili görüşlerini alacağını söyledi. Kurtulmuş, milletvekili araç kartlarının başkaları tarafından kullanılmasını ise, “Şunu söyleyeyim, ben milletvekili olduğum dönemde kendi çocuklarıma bile kart vermedim, verdirtmedim. Herkesin bu anlamda Meclisin mehabetini korumak için dikkat etmesi lazım. Bununla ilgili özel olarak bir şey söylemiyorum. Herkes bu konunun üzerinde hassasiyetle durması lazım. Ama her vesileyle de milletvekilini itibarsızlaştıracak şeylerden de kaçınılması gerektiğini düşünüyorum” sözleriyle eleştirdi. Kurtulmuş, halen cezaevinde tutuklu bulunan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay için de “İsmi Genel Kurul’da okundu, oda tahsis edildi, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyeliğine seçildi. Bu konuda TBMM’nin tavrı ortadadır. Burada Meclis kendisini mahkeme yerine koyacak değildir. Mahkeme kararını verecek, tutukluluk halini kaldıracak ve yemin etmesi ile sonraki yasal süreçlerin devam etmesi mümkün olacaktır. Burada Can Atalay konusunda Meclisin tavrı ortadadır” açıklamasını yaptı.
Kurtulmuş, basın kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle bu sabah TBMM’de bir araya geldi. TRT Ankara Radyosu sanatçıları Neşat Ertaş parçalarını çalıp, seslendirdi. Konuşmasının başında Neşet Ertaş’ı vefatının 11. yılında rahmetle ve minnetle anan Kurtulmuş, gelecek hafta TBMM’nin 28. Döneminin 2. Yasama Yılı’nın açılacağını anımsattı.
Kurtulmuş’un açıklamaları ana hatlarıyla şöyle:
“YENİ BİR ANAYASA MECBURİYETİ ORTADADIR”
Yeni bir anayasa mecburiyeti ortadadır. Demokratik olarak Türkiye’nin önünü açacak önemli çalışmalardan birisidir ve haddizatında 12 Eylül Anayasası’nın kabul edildiği günün neredeyse ertesi gününden itibaren uzun yıllar boyunca Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyacı hep tartışılmıştır. Hem siyaset çevrelerinde hem hukukçular arasında hem akademik çevrelerde tartışılmıştır. Dolayısıyla yeni bir anayasa yapmak, Türkiye’nin boynunun borcudur. Cumhuriyetimizin ikinci asrına yakışan önemli bir adım olacaktır. Bunun için hiçbir önyargı olmaksızın bu çalışmaları inşallah güçlü bir şekilde başlatarak sonuç almayı hedefliyoruz.
“ANAYASA MESELESİ BİR FANTEZİ DEĞİL, BİR İHTİYAÇTIR”
Anayasa, TBMM İçtüzüğü, Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Yasası, ülkenin demokratik topografyası açısından önemli. 1982 Anayasası da 19 kez değiştirilmiştir ama Anayasanın ruhu ve esas kaidesi hala burada durduğu için bir anayasa değişikliğine ihtiyaç vardır. Bu 4 temel hukuk metninin daha demokratik hale getirilmesi, milleti taşıyabilecek bir güce kavuşturulabilmesi de TBMM’nin önemli sorumluluklarındandır… Anayasa meselesi bir fantezi değil, bir ihtiyaçtır, bir gerekliliktir. Ayrıca sadece siyasi parti veya partilerin anayasası olmaz. Milletin anayasası olur. Bu süreçlerin çok ciddi ve yoğun bir katılımla, tabii ki yüzde 100 herkesin desteğini almak mümkün olmayabilir, ama en büyük konsensüsle sağlanabilmesi ve millete ait bir anayasa yapılabilmesi bu süreçte önemli hassasiyetlerimizden birisi olmalıdır.
“TBMM ANAYASA TARTIŞMALARININ ÖNCÜSÜ VE MERKEZİ OLACAKTIR”
Eğer siyasi iklimi doğru bir şekilde oluşturmayı başarabilirsek ben Türkiye’nin bu dönemde yeni anayasayı yapabilecek bir imkana kavuşacağı kanaatindeyim. Bu anayasa tartışmaları içerisinde önemli hususlardan birisi de şudur, siyasal iklim içerisinde farklı çevrelerin görüşleri mutlaka dile getirilecek ama sonuç itibarıyla TBMM anayasa tartışmalarının öncüsü ve merkezi olacaktır. Anayasayı millet adına Meclis yapacağına göre, bu tartışmanın doğal olarak TBMM’nin uhdesinde ve TBMM’nin öncülüğünde dile getirilmiş olması, siyasi iklimin ve zeminin doğru yönlenmesi bakımından da şarttır kanaatindeyim.
“ANAYASAYI BİR SİYASİ GÜNDEM OLARAK ELE ALMAMALIYIZ”
Anayasa bir siyasi gündem değil, bir Türkiye gündemi olarak gündeme gelmeli, tartışılmalı… En geniş mutabakatı sağlayacak şekilde yolumuza devam etmemiz lazım..
“BEŞ TEMEL NİTELİK”
Bu konuda bazı temel niteliklerin altını çizme gerekiyor. Birincisi; anayasa, yeni bir anayasa olmalıdır. Ruhuyla, diliyle ve içeriğiyle yeni olması lazım. Onlarca kere, içinde değişiklikler yapıldı. Ama ruhu hala korunarak duruyor. Yeni bir anlayışla ruhunu, içeriğini ve dilini yeniden ele aldığımız bir anayasa olmalıdır.
İkincisi; sivil bir anayasa olmalıdır. Yani milli iradeyi ve milli egemenlik fikrini esas alan; onun üzerinden nasıl bir Türkiye inşa edeceğini, Türkiye’nin ihtiyacı olan konuların ne olduğunu dile getiren bir anlayışla bunun yapılması gerekir. Sivil anayasadan kasıt sadece askerlerin yaptırdığı ya da yaptığı anayasalar olmaması değil, aynı zamanda toplumun bütün kesimlerinin, sivil toplum kesimlerinin işin içerisine girdiği ve fikirlerini rahat bir şekilde dile getirdiği bir sürecin olmasıdır. Milli iradeyi ve milli egemenlik fikrini merkezine oturtturan sivil bir anayasaya ihtiyacımız var.
Üçüncü temel özelliği ise bu anayasa özgürlükçü bir anayasa olmalıdır. 82 Anayasası’nda olduğu gibi kısıtlayıcı, daraltıcı bir anayasa değil, bireysel hak ve özgürlükleri genişleten ve teminat altına alan bir anayasa olmak mecburiyetindedir.
Dördüncü temel nitelik ise kuşatıcı ve çoğulcu bir anayasa olmasıdır. Toplumun bütün farklı kesimlerinin, kendisini burada temsil edilmiş gördüğü bir metnin ortaya çıkması, bir fikir etrafında bunların oluşturulması… Herkesin uzlaştığı bir metnin ortaya çıkma imkanı olmayabilir. Ama kahir ekseriyetinin, ‘Evet bu iyi oldu; Türkiye’yi, cumhuriyetin ikinci asrına taşıyabilecek bir metin ortaya çıktı’ diyebileceği bir anayasa olmalıdır. Bunun için de kuşatıcılık ve çoğulculuk fikri ciddi bir şekilde bu anayasanın taleplerini oluşturmalıdır kanaatindeyim.
Beşinci temel özelliği ise medeniyet değerlerimizi esas alan ve gelecek hedeflerimize uygun düşen birey odaklı bir anayasanın yapılmasıdır.”
ANAYASA’DAN ÖNCE İÇTÜZÜK DEĞİŞİMİ MÜMKÜN
İkinci temel ödevimiz de Meclis İçtüzüğü meselesi. Belki anayasa çalışmalarından daha önce bunun gündeme getirilerek, süratle Meclis’in çoğunluğunun kabul edebileceği bir içtüzüğün gerçekleşmesi lazım… Her görüşmede arkadaşlarımız ‘evet bu içtüzükle bu iş olmuyor’ diyor. Öncelikle Meclisin etkin çalışmasının temin edilmesi lazım. Bunun için komisyonların ciddi şekilde çalıştırılması gerekiyor. Meclis’te, özellikle yasa tekliflerinin oylanması noktasında, görüşmelerde gayri insanı görüntülerin ortaya çıkmayacağı bir sistem kurmak durumundayız.
“37 SAATLİK OTURUM İNSANİ BİR ÇALIŞMA DÜZENİ DEĞİL”
Arkadaşlar söylediler. 37 saat kesintisiz Meclis oturumunun yapıldığı toplantılar olmuştu. Bu insani bir çalışma düzeni değildir. Başta bütçe olmak üzere çok uzun tartışma dönemleri, çok uzun karşılıklı söz almak, sataşmak ve onlar üzerinden saatler süren tartışmalar. Ayrıca normal çalışmalarda da grup önerileri gündeme geldiğinde gece geç saatlere kadar esas gündeme geçemeden gündemin grup önerileri ile meşgul edilmesi… Bütün bunların hepsi dizayn edilebilir. Bu anlamda partiler arasında bir uzlaşı ile ümit ediyorum ki anayasadan önce Meclis İçtüzüğü’nün çıkarılması mümkündür ve daha kolay bir adım olacağı kanaatindeyim. “
Numan Kurtulmuş, sorular üzerine de şu yanıtları verdi:
“MİLLETVEKİLİ OLDUĞUM DÖNEMDE KENDİ ÇOCUKLARIMA BİLE KART VERDİRTMEDİM”
(AK Parti İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi’nin TBMM araç kartının İstanbul’da bir iş insanına ait araçta ortaya çıktığı sorusu üzerine) Şunu söyleyeyim, ben milletvekili olduğum dönemde kendi çocuklarıma bile kart vermedim, verdirtmedim. Herkesin bu anlamda Meclisin mehabetini korumak için dikkat etmesi lazım. Bununla ilgili özel olarak bir şey söylemiyorum. Herkes bu konunun üzerinde hassasiyetle durması lazım. Ama her vesileyle de milletvekilini itibarsızlaştıracak şeylerden de kaçınılması gerektiğini düşünüyorum.”
“MECLİS’TE İSRAFIN ORTADAN KALDIRILMASI İÇİN ÖZEL BİR ÇALIŞMA BAŞLATTIK”
Meclis’teki israfın ortadan kalkması için de çalışma başlattık. Arkadaşlarımız titizlikle bu konuda çalışmalarını sürdürecekler. Benim ilk birkaç aylık çalışmamda hemen gördüğüm önemli israf noktaları var. Bunların giderilmesi, nihayetinde ülkemizin bu kadar ciddi bir ekonomik süreçten geçtiği dönemde bizim Meclis’te de bu israfı ortadan kaldırmamız gerekir. Meclis’te özellikle atamalar konusunda ve kariyer memurluğu konusunda belki titiz bir çalışma yapılacak, bundan sonraki dönemle ilgili hassasiyetle üzerinde durulması gerekir.
Şuna inanıyorum. Eğer Meclis’in itibarından ödün vermeden ama sonuçta Meclis’te var olan önlenebilecek israf noktalarını tıkayarak, aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak diğer kamu kurum ve kuruluşlarına, bakanlıklara da örnek olabileceğimize inanıyorum. Bununla ilgili çalışma olgunlaşınca da bunu sizlerle, kamuoyuyla paylaşacağız.
“HUKUKİ OLARAK BU ARKADAŞLARIMIZIN MAAŞLARINI İADE ETMELERİ ZARURETİ YOK”
“Geçen dönemden tekrar Meclis’e giremeyen 300 kadar milletvekili olduğunu ve seçimden önce de üç aylık maaşlarını peşin aldıklarını biliyorduk. Bunlardan kaç kişi temsil yetkilerinin olmadığı son üç aylık maaşını teslim etti?” Bizim bildiğimiz kadarıyla hukuki olarak bu arkadaşlarımızın maaşlarını iade etmeleri zarureti yok. Çünkü maaşlarını aldıkları gün parlamentoda olmuş olmaları o dönemin maaşını hak etmeleri bakımından yeterli bir sebep olarak görülüyor. Sayıştay tarafından da böyle görülüyor. Dolayısıyla ortada hukuki bir sorun yok. Sanki bu arkadaşlar haksız, hak etmedikleri bir şeyi almışlar gibi bir kamuoyu algısı oluşturmanın doğru olmadığını düşünüyorum.”
SOYLU’NUN 10 BİN DOLAR ALAN MİLLETVEKİLİ İDDİASI
(Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 10 bin dolar maaş alan milletvekili olduğu iddiasının anımsatılması üzerine) Ben de sizin gibi bu milletvekilinin kim olduğunu bilmiyorum. Ortada söylenmiş bir söz var. Bu söz eğer söylenmişse bunun gündeme getirilmesi, gerekçelerinin ifade edilmesi gerekir. Meclis Başkanlığının elinde bu milletvekilinin kim olduğu ve bu iddiayla ilgili delillerin ne olduğuna ilişkin herhangi bir bilgi mevcut değildir.”
“CAN ATALAY KONUSUNDA MECLİSİN TAVRI ORTADADIR”
(Türkiye İşçi Partisi’nden Hatay Milletvekili seçilen ancak Gezi Parkı davasında 18 yıl hapse mahkûm edildiği için tutuklu bulunan Can Atalay’ın tahliye edilmemesi ile ilgili soru üzerine) İsmi Genel Kurul’da okundu, oda tahsis edildi, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyeliğine seçildi. Bu konuda TBMM’nin tavrı ortadadır. Burada Meclis kendisini mahkeme yerine koyacak değildir. Mahkeme kararını verecek, tutukluluk halini kaldıracak ve yemin etmesi ile sonraki yasal süreçlerin devam etmesi mümkün olacaktır. Burada Can Atalay konusunda Meclisin tavrı ortadadır.
“BURADA ASIL OLAN MUHALEFETİN GERÇEKTEN SÖZ HAKKININ KORUNMASI”
“İçtüzükle ilgili olarak burada asıl olan muhalefetin gerçekten söz hakkının korunması. Bunun için komisyonların iyi çalışması gerekiyor. Plan Bütçe Komisyonu çalışıyor ama ihtisas komisyonlarının da iyi çalıştırılmasının genel kurul görüşmelerini çok rahatlatacağı kanaatindeyim. Bir daha genel kurulda yoğun tartışmaların, lüzumsuz ve saatler süren atışmaların olmayacağı daha nezih bir ortamın olabilmesinin ön koşulu, komisyonların iyi çalışması, komisyonlarda söz haklarının korunması. Bunlar sağlanabilir, zor şeyler değildir. Meclisin genel kurul görüşmelerini rahatlatmak bakımından da bunun gerekli olduğunu düşünüyorum.
“YÜKSEK YARGICIN 367 GARABETİNİ ÇIKARARAK TBMM İRADESİNİ NASIL İPOTEK ALTINA ALDIĞINI DÜN GİBİ HATIRLIYORUZ”
Meclis’teki oylamalardan önce buraya gelen bazı yüksek rütbeli subayların milletvekillerini nasıl etki altına aldığını hepimiz biliyoruz. Yüksek yargı organlarının başkanlarının, eski bir yüksek yargıcın 367 garabetini çıkararak TBMM iradesini nasıl ipotek altına aldığını dün gibi hatırlıyoruz. Bürokratik oligarşiden kastımız budur. Onların yerine kararı meclis, seçilmişler verecektir. Bu anlamda Türkiye çok büyük bir mesafe almıştır. Ama atılması gereken adımlar da samimiyetle gündeme getirilebilir.
“TÜRKİYE SON YILLARDA İLKELİ, ÇOK TARAFLI VE BAĞIMSIZ BİR DIŞ POLİTİKA İZLİYOR”
(İsveç’in NATO üyeliği konusunda Meclis kararı sorusu) TBMM zaten dış politikada etkin bir kurum, hemen bütün ülkelerle ilgili dostluk grupları bulunuyor… Bu hafta içerisinde İrlanda’da düzenlenecek Avrupa Birliği ülkeleri Meclis Başkanları Toplantısına katılacağım… Türkiye son yıllarda ilkeli, çok taraflı ve bağımsız bir dış politika izlemektedir.
“HERHANGİ BİR ÜLKENİN NATO’YA GİRİP GİRMEMESİ KONUSUNDA KATEGORİK OLARAK ÇEKİNCEMİZ YOKTUR”
Nihayetinde bir uluslararası sözleşme olarak İsveç’in NATO’ya girip girmeme kararını verecek olan yer tabii ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Cumhurbaşkanlığı burada göndereceği tezkereyle birlikte bu sürecin ilk adımını atacaktır. Biz bu konuda da çok ilkeli bir tavır içerisinde olduk. Yani Finlandiya ve İsveç’in her ikisi birbirine çok benzer, güvenlik öncelikleri birbirine çok benzer iki ülke olmasına rağmen Türkiye olarak Finlandiya’ya başka bir reçete, İsveç’e başka bir reçete uyguladık. Bunun sebebi de şuydu, özelikle İsveç’te hem Türkiye karşıtı bölücü örgütlerin çok rahat hareket ediyor olması hem de İslam karşıtı eylemlerin polis gözetiminde, tabiri caizse özendirilerek, sırtları sıvazlanarak bunların bir şekilde eylemlerine göz yumulması tabii ki Türkiye’nin kabul edebileceği bir şey değildir. Bununla ilgili defaatle uyarılar yapıldı. İsveç, ‘Belli adımlar attım’ dedi, bu konudaki iyileştirmeleri gündeme getirdi. Tekraren burada bir kere daha TBMM Başkanı olarak söylüyorum bizim herhangi bir ülkenin NATO’ya girip girmemesi konusunda kategorik olarak bir çekincemiz yoktur. Ancak egemen bir ülke olarak Türkiye’nin önceliklerinin muhatabımız olan, yani İsveç tarafından da dikkate alınmasını, gereğinin yerine getirilmesini, hızlıca adımlar atılmasını temenni ediyoruz. Ayrıca anlamakta zorluk çektiğimiz bir husus, hem Türkiye’nin onayıyla NATO’ya girmeyi bekleyeceksiniz hem de kendi ülkenizde terör örgütlerine ve İslam karşıtı bu insanlık dışı faşist gösterilere zemin hazırlayacaksınız. Bunların ben İsveç tarafından da kısa sürede gözden geçirileceğini ve olumlu adımlar atılacağını ümit ediyorum.”
“BOYNUMUZUN BORCUNU ÖDEMEK ZORUNDAYIZ”
“TBMM Başkanı olarak benim görevim, anayasa tartışmalarının önünü açmak, bunun doğru bir zeminde, doğru yöntemlerle tartışılmasını temin etmek, mümkün olan en yüksek siyasal katılımın bu anayasa tartışmalarının etrafında bütünleşmesini sağlamak ve inşallah yapabiliyorsak anayasayı da yaparak, millete, gelecek nesillere karşı olan sorumluluğumuzu daha da açık söyleyeyim boynumuzun borcunu ödemek zorundayız. Şimdi bu amaçla önümüzdeki haftalarda Meclis eski başkanlarımız, Türkiye’deki yüksek yargı mensubu arkadaşlarımız, bunları ya ayrı gruplar halinde ya da bir masa etrafından toplayarak anayasa tartışmalarıyla ilgili onların da tecrübelerini ve görüşlerini almak, sürecin başlangıcında olumlu katkılarını temin etmek niyetindeyim… Bana ‘İdeal bir anayasa nedir? diye sorsanız, bir cümle yazarım, ‘devlet adaleti sağlamakla yükümlüdür’.
Yasama kalitesini nasıl artırırız? Meclis’in komisyonlarının nasıl daha iyi çalıştırabiliriz? Meclis’teki genel kurul tartışmalarını lüzumsuz, vakit alıcı ve rencide edici tartışmalar olmaktan nasıl kurtarırız? Birkaç günlük çalışmayla burada sonuç alınabilir. Anayasaya göre daha kolay. Ne istediğimiz daha somut olarak biliniyor. Anayasada da öyle ama o daha uzun metin çalışmalarını gerektirecek. Mutabakat, yüzde 100 mutabakat olmasa bile en azından çoğunluğu temsil eden bir mutabakatla ortaya çıkması daha zahmetli bir süreç. Onun için İçtüzük’ü önceleyerek konuştum….Eğer partiler oturur, konuşur, uzlaşırlar, belli bir noktaya gelirlerse hemen getirilebilir. İçtüzük’ün yerel seçimle bir ilgisi de yok.
“MECLİS FEZLEKELER KONUSUNDA GEREKLİ ÜZERİNE DÜŞEN İŞLEMLERİ ZATEN YAPIYOR”
(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun TSK’ya yönelik sözlerine ilişkin açıklamasının hatırlatılması üzerine) Türkiye’de geçmiş dönemlerde de Meclis’e çok fezleke gelmiştir. Bu fezlekelerden bir kısmı reddedilmiş, bir kısmı kabul edilmiştir. Meclisteki o dosyanın münderecatına göre, dosyada ifade edilen hususlara göre Meclis karar verir. Her bir dosya için ayrı karar verir. Yani hiçbir dosya için ayrıcalıklı, özellikli bir karar verme süreci yoktur. Dolayısıyla Meclis bu anlamda fezlekeler konusunda gerekli üzerine düşen işlemleri zaten yapıyor. Burada benim siyaseten söyleyecek olduğum şey şudur, Sayın Milletvekili keşke bu kadar rahat Türk Silahlı Kuvvetleri’ni suçlayacak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni töhmet altında bırakacak hatta açık insan hakları ihlalleriyle, dünya gündemine taşıyacak şekilde suçlayacak bir konuyu, hem de elinde hiçbir bilgisi, belgesi olmaksızın bunu ifade etmesinin doğru olmadığı kanaatindeyim. Milletvekili sorumsuzluğu, bu anlamda söylediği her sözün ‘Dilin kemiği yok’ şeklinde gündeme getirileceği anlamına gelmez. Hele hele Türkiye’nin sınır ötesinde özellikle çok yoğun terörle mücadele yürüttüğü bir dönemde Türk Silahlı Kuvvetlerinin töhmet altında bırakılmasını kabul etmek mümkün değil. Şu anda Meclise gelmiş bir fezleke yok ama sonuçta burada bizim söyleyeceğimiz, Sayın Milletvekili’ne de tavsiyemiz, ölçülü, muhalefet edebilir, bazı konulara itiraz edebilir, herkesin böyle bir hakkı var. Milletvekili seçilmiş olmak herkesin aynı şeyi söyleyeceği anlamına tabii ki gelmiyor ama milli konularda hassasiyetimizi korumak asgari müştereğimiz olmalıdır. Terörle mücadelede Türk Silahlı Kuvvetleri’ni rencide etmek, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni töhmet altında bırakmak ve uluslararası alanda Türkiye’nin itibarını hiçe sayacak bu anlamdaki sözler hangi milli menfaatlere destek olur?”
“MUHALEFETE TAVSİYEM ÇALIŞMALARA OLUMLU VE POZİTİF DESTEK VERMELERİDİR”
12 Eylül 1980 Anayasası’nın metninde bildiğim kadarıyla 184 madde üzerinde değişiklikler yapılmış. Şimdi bütün geri kalan noktalarda neye ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Diğer partiler de bu çalışmaları yapıyor, bütün siyasi partiler bu çalışmaları yapıyor…. Maksat anayasayı yapmak ise burada ben herkesin makul bir noktada uzlaşabileceğini düşünüyorum. Maksat anayasayı yaptırmamak ise buna da yapacak bir şey yok. Bu kilidi de açacak çok zor bir formül vardır belki. Dolayısıyla burada ben bütün siyasi partilerin maksadının yeni bir anayasa yapmak olduğuna inanıyorum. Çalışmalarını ortaya getirsinler, fikirlerini söylesinler, kabul ettiklerini etsinler, etmediklerini etmesinler. İyi bir yöntemle, iyi bir usulle bu süreci yürütebilirsek… Anayasalar millet için yapılır, milletin anayasaları olur, milletin beklentileri olur. Bunları karşılayabilecek bir çalışma olabilir kanaatindeyim. Muhalefete de tavsiyem ön yargısız, reddetmeksizin bu çalışmalara olumlu ve pozitif destek vermeleridir. Bunu yaparlarsa kendileri kazanır.
“BİR PARTİNİN ANAYASASI OLMAZ, MECLİS’TE BİR GRUBUN ANAYASASI OLMAZ, MİLLETİN ANAYASASI OLUR”
… Ama sonuçta ‘Ben yaptırmayacağım. Ben burada olumlu bir şey çıkmasına müsaade etmiyorum’ diyene, diyecek olana benim söyleyecek bir şeyim yok. Dolayısıyla burada hiçbir ön yargı olmaksızın konular gündeme gelir, masaya gelir. Meclis çoğunluğu nasıl bir şekilde karar veriyorsa, bir metin oluşturuyorsa o şekilde metin oluşur.” değerlendirmesinde bulundu.
(Anayasa değişikliği için siyasi partilerinin genel başkanlarına davet yapılacak mı’ sorusu üzerine) Olabilir. Burada mühim olan herkesin fikrinin söyleyebilmesi, sepette ne varsa onların ortaya konulabilmesi. İyi niyetle, tekraren söylüyorum, ‘Yaptırmayacağım’ diyene yapacak hiçbir şey yok. Ama ben iyi niyetle bu süreçte katkıda bulunmak isteyen varsa herkese eyvallah çünkü bir partinin anayasası olmaz, Meclis’te bir grubun anayasası olmaz, milletin anayasası olur.
“BİR ELİ SİLAHTA, BİR ELİ SANDIKTA OLMAZ”
(Parti kapatmalar) Burada Anayasa Mahkemesinde devam eden bir süreç var. Yargıda devam eden bir süreç hakkında konuşmak istemem. Ama bizim öteden beri söylediğimiz şu, bir eli silahta, bir eli sandıkta olmaz. Türkiye’nin bir an evvel bu durumu düzeltmesi lazım. Yanlış anlamayın, bunu parti kapatılması lazım anlamında söylemiyorum. Bir eli silahta, bir eli sandıkta olmaz… Aslında bu siyasi partilerin dağla sandık arasında sıkışmışlıktan kendilerini kurtaracak şey, bizatihi kendi iradeleridir. Samimi bir tavsiye olarak söylüyorum, bu siyasi grubun içerisinde yer alan arkadaşlarımız dağla sandık arasındaki, silahla sandık arasındaki bu sıkışmışlıktan kurtulmak için adım atarlarsa hem kendi siyasetlerinin önünü açmış olacaklar hem de Türkiye siyasetine çok büyük bir katkıda bulunmuş olacaklar. Esas demokrasiye katkının da bu şekil olacağı kanaatindeyim… Ayrıca şunu da çok açık söylemek lazım, hangi ülkeden, kimden destek alıyor olurlarsa olsun artık hiçbir terör örgütünün Türkiye’ye zarar veremeyeceği bir döneme girdik. Kendisini Türkiye’ye ait hisseden bir siyasetin, öncelikle böylesi bir dış desteğin kontrolünde olan, dağın kontrolünden kendisini ve siyaseti çıkartması ve böylece demokratik süreçlerin önemli ve etkin aktörlerinden biri haline gelmelidir. Eğer bu sağlanabilirse bu bence 10 mahkeme kararından çok daha değerlidir. Burada da temel sorumluluk oradaki siyasi kadrolara düşüyor.
“AVRUPA PARLAMENTOSU RAPORU BİZİM İÇİN YOK HÜKMÜNDEDİR”
(Avrupa Parlamentosunun AP 2022 Türkiye Raporu ile ilgili soru üzerine) Raporu detaylı bir şekilde okuduk, değerlendirdik. Son derece taraflı, Türkiye düşmanı belli lobilere sanki teslim edilmiş ve onların ofislerinde hazırlanmış, neredeyse her bir cümlesinde Türkiye karşıtlığını kelimelerin içerisine giydirmiş olan taraflı, yanlı bir rapor olduğu kanaatindeyim. Bizim için yok hükmünde bir rapordur. Kimsenin Türkiye’yi böyle oturduğu yerden hem de Avrupa Birliği adaylık sürecinin konuşulduğu bir dönemde bu kadar çok taraflı bir raporla Türkiye’yi tedip etmeye, yani bir şekilde hizaya getirmeye, cezalandırılmaya kalkmasını doğru bulmayız. Bu raporu kabul etmediğimizi, iade ettiğimizi ifade etmek istiyorum. Bizim için yok hükmündedir. Dünyanın bugünkü şartları içerisinde Avrupa’nın Türkiye gibi bir müttefike ihtiyacı varken, bu hazırlanan rapor, Avrupa’nın Türkiye’yi kaybetmesi amacıyla yazılmış bir rapordur. Doğru bir rapor değildir. Avrupa’nın makul ve mutedil siyasi çevrelerinin, özellikle son küresel gerilimler noktasında Avrupa Birliği’nin ne kadar çok Türkiye’ye ihtiyaç duyduğunu hissettiklerini biliyorum. Ümit ederim ki bir daha böyle akıl dışı, rasyonalite dışı, bu tür raporlar Türkiye aleyhine Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilmez.”
“ZENGEZUR KORİDORU’NUN AÇILMASI BÖLGE ÜLKELERİNİN ALEYHİNE DEĞİLDİR”
“Tabii burada ana mesele Zengezur Koridoru’dur. Koridorun açılması sanıldığı gibi sadece Türkiye ve Azerbaycan’ın işine yaramayacak, aynı zamanda Zengezur Koridoru üzerinden Asya’dan Avrupa’ya gidecek olan ticaret yollarının çok güçlü bir şekilde açılması temin edilecektir. Bazı ülkelerin davrandığı gibi bu Zengezur Koridoru’nun açılması bölge ülkelerinin aleyhine değildir. Burada özellikle Azerbaycan’ın bu kararlı tutumundan rahatsız olan bazı bölge ülkelerinin Zengezur Koridoru üzerinden bir tartışma yaratmaya çalıştıklarını görüyoruz. Aslında Ermeni çetelerin Karabağ’da yeniden görünür olması ve aktif bir şekilde kımıldamaya başlamalarının ardında da bu çabaların etkisi olduğu aşikardır.
+ Yorum Yok
Yorum ekle